Prag, çatırdayan bir evlilik ve sorunlu bir baba-oğul ilişkisi üzerine kurulu. Aslında baba-oğul ilişkisi demek biraz mantıksız, çünkü ortada bir ilişki yok. Avukatlık yapan Christoffer, sadece çocukluğunda babasını görmüş ve babası öldüğünde onun naaşını almak için Prag’a gidiyor. Bir yandan kendi çocukluğu ve babasıyla arasındaki yaşanmamış ilişkiyi tartan Christoffer, öte yandan da kendisini aldatan eşiyle arasındaki iletişimsizlik problemini çözmeye çalışıyor. Filmin son bölümüne kadar çok güçlü bir karakter görünümünde olan Christoffer film ilerledikçe çözülmeye başlıyor.
Bundan önceki filmi Nordkraft’ta da müzik seçimine önem veren ve müziği etkin bir anlatım aracı olarak kullanan Ole Christian Madsen, koyu renkleri ve kapalı mekanları tercih ederek filminin duygusal yoğunluğunu da dışa vuran bir anlatım yapısı kurmuş. Şahsen, keşke Prag şehri filmde daha aktif bir rol alsaymış filme renk katabilirmiş dedim. Genelde hep kapalı mekanlarda çekimler yapıldığı için şehir sadece bir dekor ve bir espri unsuru olarak kullanılmış. Film klasik İskandinav filmlerinin mizah anlayışından ayrışarak, kültürler arası farklılıklardan yakaladığı ilginç enstantanelerle seyirciyi güldürmeyi hedeflemiş. Bunda da başarılı olduğunu söyleyebilirim. Çiftler arasındaki iletişimsizlik sorunlarını ve aldatma/aldatılma ikilemini çok iyi yansıtan film, “hayat zordur, istediğin her şeye sahip olamazsın.” düsturundan yola çıkarak hayatın içinden sıradan insanlık hallerine mercek tutuyor. Aldatılmanın iki taraf için yarattığı gerilime, bırakıp gitmenin zorluğuna, anılara, iletişimsizliğe ve hayatın zorluklarına yer veren Prag, sakin ve ölçülü olduğu kadar da vurucu ve derinden etkileyen bir drama.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com