Çok hızlı ve şaşırtıcı bir girişten sonra giderek temposunu düşüren Reprise, melankolik olduğu kadar da enerjik bir filmdi. Gerçekten oldukça ilginç tatları bir araya getirmiş ve bunu yaparken de eline yüzüne bulaştırmamış. Son zamanlarda Stranger Than Fiction’la birlikte izlediğim, mizah duygusunu en etkili ve en zekice kullanan filmdi. Hikayesini anlatmaya, Erik ve Phillip’in yazar olma idealinden başlıyor ve sıçramalarla ikilinin ve arkadaşlarının hayatlarını kadrajına alıyordu. Başlarda her şey Phillip için iyi giderken, hayat yine sürprizlerle dolu olduğunu göstererek Erik’i öne geçiriyordu. Bu sessiz yarış sürerken ikilinin arkadaşlıklarında kırılma anları geliyor ve ikili bu durumların üstesinden gelmeye çalışıyordu.
Yönetmenin filme kendi enerjisini ve romantizmini yansıttığını görmekle beraber, film; hayata, arkadaşlığa ve aşka dair de önemli şeyler söylüyor. Her ne kadar anlatımı bunların üstünü örtüyor gibi gözükse de, her zaman melankoliyi beraberinde taşıyor. Bunda yönetmen kadar senaristinde payı var. Hikaye çok sağlam ve açılımları olan bir hikaye. Ama Joachim Trier ilk filmi olmasına rağmen, bu hikayeyi çok şiirsel bir kompozisyonla ekrana taşımayı başarmış. Tempo konusunda filmde sıkıntıların olduğu ve bazen fazla romantik kaçtığı söylenebilir. Bunlar doğru, fakat yönetmenin ilk filmini çektiğini de göz önünde bulundurmak gerekir. İskandinav filmlerinin ana temalarından olan bireysellik ve toplumdan kopuş bu filmde de var, fakat yönetmen bunların yanına arkadaşlığın sıcaklığını da eklemeyi başarıyor. Christoffer Boe’den sonra, onun kadar heyecan verici bir yönetmen daha mı doğuyor acaba?
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com