Filmin baş karakteri olan, Peter O’Toole’nin canlandırdığı Maurice, haz almayı ve çevresindekilere haz vermeyi her şeyden üstün gören, hayattan zevk almayı bilen ve hayatının son demlerini yaşayan bir oyuncudur. Onun en yakın arkadaşı olan Ian, artık günlük işlerini bile halledemeyecek duruma geldiği için taşrada yaşayan yeğenini yanına çağırır. Yeğeni Jessie ve Maurice arasında kısa süre sonra duygusal yakınlaşma başlar…
Jessie karakteri filmin odak noktası olana kadar, aslında film bana uzun yıllar önce gördüğüm ve hala izlediğim en güzel komedi filmlerinden biri olan, Walter Matthau ve George Burns ikilisini buluşturan Sunshine Boys filmini anımsattı. Peter O’Toole her ne kadar filme damgasını vursa da, karşılıklı oynadığı Leslie Phillips’le çok uyumlu ve eğlenceli bir ikili oluşturmuşlar. Venus, yaşlılık üzerine çekilen en komik veya en etkileyici film değil elbette, fakat filmin niyetinin bu olmadığıda aşikar. Venus’ün yaşlılığı işlediği ve nostaljik bir bakış açısına sahip olduğu doğru, ama yönetmen filminde eskiyle yeniyi çok iyi harmanlamış. Maurice’in Jessie’yle birlikte yeniden yaşama isteği duyması, tekrardan güzellik Tanrıçası Venüs’ü keşfedişi ve bütün bunları keşfederken ölümün yakınlığını hissetmesi çok başarılı yansıtılmış. Belki de Maurice’nin ölümsüz olmayı en çok istediği anda, bunun imkansız olduğunun farkına varması filmin en trajik sahnelerinden biri. Filmin genelinde mizah unsurları baskın olmasına rağmen, melankoliyi de her an hissedebiliyoruz. Yönetmenin 16mm kamerasıyla seçtiği mekanlar, filmde kullandığı grinin çeşitli tonlarıyla elde edilen atmosfer ve Peter O’Toole’nin filme damgasını vuran baskın oyunculuğu filmde en çok öne çıkan özellikler. Hem sinematografisiyle hem de anlatımıyla sırıtmayan, ayakları yere sağlam basan ve haddini bilen bir bağımsız; Venus.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com