Kendi içinde basit ve sıradan bir dünyası olan, etrafına kalın duvarlar ören, kimi kimsesi olmayan Zeynep’in yaşadığı sekiz günü ekranlara taşıyan yönetmen, oldukça komik ve anlamsız bir filme de imza atmış. Zeynep’in Ali’yle tanışması ve sonrasında bozulan iç dengesi kendi etrafında kurduğu dünyanın darmadağın olmasına sebep olurken, sekiz güne bölünerek anlatılan bu değişim ne yazık ki çok üstünkörü gelişiyor ve verilmek istenen mesajların hepsi ıska geçiyor. Her şeyden önce filmin diyalogları ve karakter gelişimi o kadar sıradan ki, filmi izlerken kendinizi gülmekten alıkoyamıyorsunuz. O içine kapanık sessiz kız, bir bakıyorsunuz Shakespearevari diziler söylüyor, Dostoyevski gibi karakter çözümlemelerinde bulunuyor. Yaşadığı dünyayı tamamen bırakıp bambaşka bir dünyaya geçiyor. Bunun imkânsızlığı bir yana, karşılaştığı karakterlerle gerçekleştirdiği konuşmalar da oldukça garip. Ne filme bir etkisi var, ne karakterle doğrudan bir bağlantısı var. Filmin sözüm ona yüzeysel hikâyesinin berbatlığı yanında, Zeynep’in çabucak değişen ve inandırıcılıktan uzak içsel dünyası da Zeynep’in Sekiz Günü’nü bir işkence haline getiriyor. Yönetmen bu projeyi bir üçleme olarak düşünmüş ve üçlemenin geri kalan filmlerini çekiyormuş. Ben ilkini gördükten sonra diğerlerinin yanına yaklaşmamayı tercih ederim. Zeynep’in işkence dolu sekiz günü yetti de arttı.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com