Bir sihir hilesi üç aşamadan oluşur. Vaat bölümünde sihirbaz seyirciye bir nesne gösterir. İkinci aşama Dönüşüm. Burada sihirbaz bu sıradan nesneyi alışılmadık bir şekilde sıra dışı bir hale dönüştürür. Son bölüm olan Prestij’de ise beklenmedik ve şok edici bir biçimde gösterisini bitirir. Filmle ilgili okuduğum hemen her yazı Michael Caine’in The Prestige’in girişindeki bu anlatımı ile başlıyor. Uyarlanan kitabın yazarı Christopher Priest’e bile “keşke ben de romana böyle giriş yapsaydım” dedirten bu açılış, Christopher Nolan ve kardeşi Jonathan Nolan’ın romanı senaryolaştırmadaki ustalığının birinci dakika golü. Bu üç aşama, tek bir gösteri için geçerliyse, bizim tanıdığımız Nolan kesinlikle bu sıralama ile oynayacaktı. Zira yine öyle yapıyor. Ama bu öyle riskli bir girişim ki, ancak usta bir sihirbaz çaktırmadan, el çabukluğu marifet ile bu karışımı lezzetli bir hale getirebilir. Jonathan’ın kısa hikayesi Memento’yu senaryo haline getirip yöneten Christopher Nolan, Memento gibi benzersiz bir kokteyl ile elde ettiği karışımın formülü yanında başka formüllere de sahip olduğunu göstererek, bir sihirbazın bir sonraki hamlesinin belirsiz çekiciliğiyle farklı işlere imza atıyor. Viktorya dönemi İngiltere’sinde geçen filmde görünen, görünmeyen sihirbazlar var. Görünmeyen Edison gibi bir deha ile, David Bowie’nin ağızları bir karış açık bırakan cool görünümü ve kendini o konuma yakıştıran dengeli oyunu ile iyi ki de görünen Nikola Tesla gibi bir bilim adamı bile belli açılardan sihirbaz sayılırlar. Eldeki gerçeklerden hayal bile edilemeyecek ölçüde başka gerçeklere ulaşmışlardı. Ama The Prestige bittiğinde bu gösterinin en büyük sihirbazının Nolan olduğunu anlamamız gecikmiyor.
2006 yılında sinemada sihirbazlar fırtınası esti. Bana göre Paul Giamatti’den başka elle tutulur bir yanı olmayan The Illusionist’in klişelerle örülü bunaltıcılığının ardından sihirbazlara ve ilüzyon gösterilerine hak ettikleri prestijin sağlanması gerekiyordu. (Tıpkı yavan Joel Schumaher Batman’inin yıllar sonra Nolan Batman’i ile kazandığı prestij gibi.) Çünkü bu insanlar görünene daha yakından bakmamızı istiyorlardı. Gözü, kulağı, beyini bir faaliyete zorlayan, kurnaz zekalar ürünü ilüzyonların sırrını çözebilmemiz için bize kibarca meydan okuyorlardı. Görünenin arka planında olup bitenler bu mesleğin temeliydi zaten. Onların yaptığı, bilim ve teknikten beslenen, kimi zaman sanat sınırına dayanan bir parodiydi. O sınırı geçer mi bilmem, anlamam. Felsefi açıdan görünenin ötesine geçme olgusu ile, bakkaldan alınabilecek birkaç parçanın yardımıyla görünenin ötesine geçme yöntemi arasında bir nüans. Bir tablodan okunan fiziki, felsefi, edebi önermelerin çıkış noktası olan sulu boyayla yumurta akının karıştırılmışlığı.. Ne sihir, ne keramet!
Sondan başlayıp başa dönen, aralarda Nolan anlatım üslubu ile kritik duraklara uğrayan, buna rağmen usta işi bir kronoloji tutturan The Prestige, trajediyle sonuçlanan bir gösterinin ardından, ümit vadeden yeni yetme iki sihirbazın yıllara yayılan sert rekabeti ekseninde ilerleyen harikulade bir macera. Birbirlerini çok iyi etüd eden (veya öyle zanneden) Alfred Borden (Christian Bale) ve Robert Angier (Hugh Jackman)’in inişli çıkışlı inat, hırs ve prestij mücadelesinde centilmenlik veya hoşgörü yok. Fakat Borden’in bulduğu bir numara fitili ateşliyor, ortalığı daha da ısıtıyor. Yönetmen Christopher Nolan, esas sihirbazlığını Memento ile kanıtlamış, yıllar sonra bile sihirini koruyacak bir numara bulmuştu. Insomnia ve Batman Begins gibi görünenin karanlık tarafıyla haşir neşir olan filmlerin ardından The Prestige’de ise bağlı olduğu roman gereği tüm sırlarını ifşa eden ve gücünü bu ifşalardan devşiren bir gizemin anahtarlarıyla türlü kapılar kilitliyor ve açıyor. Borden ve Angier’in birbirlerine olan nefretleri kimi yüklemeler sayesinde belli bir iyi-kötü ayrımı ile belirginleştirilse de seyirciyi gel-gitlerden alıkoymuyor. Bazen Borden’i, bazen Angier’ı mazur ve mağdur gösteren, ama yol aldıkça tarafını kesinleştiren bir film. İki farklı sihirbazın güç kavgasına girişmeye başlamalarıyla vaatte bulunuyor, bu iki baş karakterini özlerine sadık kalmak kaydıyla dönüşüme uğratıyor ve son aşamada kibar bir hamleyle iki eliyle tuttuğu tülü ekranın önünden çekerek prestijini teslim ediyor. Şoku atlattıktan sonra alkışlamak veya yuhalamak bize kalıyor.
Bale ve Jackman kanlı bıçaklı ama aynı zamanda daha derinlerde birbirlerinin numaralarını ve bir sonraki hamlelerini öğrenmeyi saplantı haline getirecek kadar da zekalarına değer veren iki eski dostu canlandırmada çok başarılılar. İnatlaşmaları, tutkuları, zayıflık ve kurnazlıkları belli bir noktaya kadar burun buruna gitse de, Borden’ın “Yer Değiştiren Adam” numarasının muazzam gizeminin bir türlü çözülemeyişi onu öne çıkarıyor. Bu müthiş sırrın ardında yatan kaya gibi güçlü dramatik veriler, Angier’ın bu sırrı bilmeden kendine uyarladığı aynı numaranın farklı sonuçları kadar çarpıcı. Fakat Angier’ın fantastik çözümü ile Borden’ın insani çözümü arasında kurulan güç dengesi, The Prestige’in film boyunca çekilmiş olan kılıçlarının görkemli bir şekilde kınına sokulması ile bozuluyor. Denge yeterince adil. Bir sihirbaz tüm hayatını mesleğine adayabilir. Ama Borden ve Angier’ın hayatlarını tek bir gösteriye adamaları, üstelik bu uğurda sihirbazlığın o bahsettiğimiz zerafetini şiddet ile değiş tokuş etmekten bile çekinmemeleri onları ayrı bir yere koyuyor. Vaatlerde bulunsalar, dönüşüm geçirseler de bu rekabette prestijin tek bir tarafa ait olması kaçınılmaz hale geliyor. Diğer bir bakışla, bulundukları vaatler ve geçirdikleri dönüşümler ilüzyonun parçaları gibi dursalar ya da resmen ilüzyon olsalar da, son kararı veren ve bu sayede prestij sağlayan gerçeğin ta kendisi oluyor.
Michael Caine, Scarlett Johansonn, David Bowie ve Andy Serkis’in yardımcı rolleri, Nolan’ın bütün filmlerinde görev almış görüntü yönetmeni Wally Pfister’ın sinematografisi, David Julyan’ın müzikleri, bu prestijli filmin kadrosuna yakışan düzeyde. İlk iki film için birer şarkı seçmiş bulunduk. The Prestige için bunu bozmayalım. Olmuşken de David Bowie’den olsun. 1977 tarihli, kapağında bir sihirbaz edasıyla poz verdiği Heroes albümünden olsun. Şarkı da albümle aynı adı taşıyan Heroes olsun mesela.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com