Mongol ya da gösterimdeki adıyla Cengiz Han, En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı olmasının da getirdiği reklam sayesinde geniş kitlelere ulaştı. Epik dekora sahip tarihi filmlerin aydınlatıcı belgesel yönünü süzgeçten geçirerek görkemli kostümler, aksiyon sahneleri, entrikalar görmek isteyen izleyici kitlesi tarafından da oldukça beğenildi. Tabi nice film bu süzgeç yüzünden belli bir tarihi bilinç uyandıracak iken, tozu dumana katan aksiyon canavarları muamelesi gördü. Mongol için bu süzgeç yöntemi, filmden pek bir şey de götürmüyor açıkçası. Çünkü Cengiz Han’a objektif bakamayan, ya da bakmak istemeyen Rus yönetmen Sergei Bodrov, her yönden kusursuz ve örnek bir savaş adamı yaratmış. Bunu yaparken de tarihi gerçekleri kendi kitabına uydurmak suretiyle adeta yeniden yazmış. Tarihi gerçeklerden beslenip, sonra da kendi masalını yazmaya, kendi kahramanını yaratmaya koyulmuş. Araya da “Moğollar da çok bozuldu canım!” türü yüzeysel (öz)eleştiriler gizlemiş.
Filmin belli bir kalite çıtasını aştığı kesin. Özellikle tarihi dekor yönünden gerekli tüm sinematik unsurlar yerli yerinde. Uluorta harcamadığı aksiyon ve figürasyon disiplini, bütçesi kabarık bir Hollywood’lunun elinde olsa hiç düşünmeden iki saatlik nefes aldırmayan bir gümbürtü çekebilirdi. Oysa Mongol, aksiyon yeteneğini kendi akışına bırakmış ve bu sayede daha olgun bir duruş elde etmiş. Fakat özellikle Timuçin’in çocukluğu ile yetişkinliği, bir de hapisten kaçtıktan sonra bir anda tüm dünyaya hükmeden bir imparator olması arasında çok ciddi uçurumlar var. Acelecilikten öte, düpedüz atlama yaşanmış. Herhalde kurgu odasında bütçeden nasıl kısılabileceği yönünde bulunan bir çözümdü. Zira küçük bir çocuğun bir sonraki sahnede 30 yaşına fırlaması normal olsa da, Cengiz Han’ı anlatan bir filmin arada atladığı hayati şeyler mutlaka olacaktır. Ayrıca hapisten bir Hint fakiri gibi kaçtıktan bir sonraki sahnede kendisini muazzam ordusuna komutanlık eden bir kumandan olarak görünce iyice dağılıyor insan. Karısı Börte ile alakalı kaçırılma-kurtarma meselesini bu kadar uzatması da manasız geldi bana. Bodrov’un bir üçleme çekeceği söyleniyor. İyi de o zaman bu acele niye? Şayet arada atlanmış parçalar kalan iki filmde işlenecekse fena halde ekşi bir Moğol çorbası bizi bekliyor. Yukarıda sözünü ettiğim olumlu özellikleri yanında bence filmin en güzel yanı, Timuçin’in kan kardeşim dediği Jamukha’nın göründüğü sahnelerdi. Çinli oyuncu Honglei Sun’a Asya Film Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü getiren bu performans, bazı mafya yapımlarında yüzümüzde tebessüm uyandıran bilindik gangster triplerini sessiz ve derinden kendi coğrafyasına döndürmüş mühim bir oyunculuk tadı içeriyor. Jamukha, sempatik kötü adamlar kervanına (aslında filmde ganimet yönünden kendi adamlarına adil davranmayışı dışında aman aman bir kötülüğü de yok) rahatlıkla dahil edilebilen ve bence hem oyunu, hem karizmasıyla başroldeki Tadanobu Asano’yu ezen bir karakter. Genel olarak olumsuz elektrik yaymış gibi olsam da, tecrübe edilmesi gereken bir film Mongol…
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com