Almanya’da yaşayan Karadenizli Ali Aksu (Tuncel Kurtiz) eşini kaybetmiş, cinsel ihtiyaçlarını kırmızı sokaklarda gideren, orta yaşı geçeli çok olan, dedeliğe varmasına henüz biraz kalan bir amcadır. Dul evini çekip çevirecek, geceleri de kendisini eğlendirecek bir kadın ararken karşısına bir fahişe olan Yeter (Nursel Köse) çıkar. Yeter ise kızı kendisine benzemesin diye bu mesleğe katlanan ve kazandıklarını kızına gönderen bir kadındır. Yeter‘in Türkiye’deki kızı Ayten Öztürk (Nurgül Yesilçay) de siyasi sloganlar atan, örgüt aşkına çatışmalara giren bir ideoloji insanıdır. Bu çok bilinenli denklemin mutlaka bir kesişim kümesi vardır.
Iñárritu‘dan etkilendiğini gizlememiş Fatih Akın. Yaşamların kesişmesi, orta yerde birbirine çarpması, teğet geçilmesi, saliselerle yitirilen anlar, ah’lar ve biraz da vah’lar. O üçleme daha önce yapıldı diye başkalarının da bu türden film çekmeleri yadırganmamalı. Hemen benzeştirmeler ve apartma suçlamaları yapılmamalı bence. Kendi içeriğiyle anlatıldıktan sonra bu çarpışma tekniğini herkes kullansın. İyi güzel, ama içerik ne ki bu filmde? Yani, Fatih Bey, siz ne anlatıyorsunuz Allah aşkına?! Bence hiçbir şey anlatmıyor. Bu duygum öylesine baskın geldi ki film boyunca, sonunda, İstanbul’a ve Bremen’e 2 kamera koysam, o kameralar bu tipteki insanları yakalasa karşıma bu film çıkardı, dedim. Sorular soruyor film, ama tek yaptığı bu. Her konudan milyonlarca soru. Buna ne gerek var peki? Soru sorup hiç yanıtlamakla uğraşmamaya da tamamım. Ama o da değil, sadece soru soruyor 6 yaşındaki bilgiye aç bir çocuk misali. Ortada bir konu olmadığını düşünüyorum, sadece geometri derslerindeki teğet konusu var, ve bu konuyu filme almak istemiş bir adam. Bu teğet geçmeyi, tüh’leri, keşke’leri, belki’leri herkes hayatı boyunca söylüyor zaten. Bunu anlatmak; hem de yeni bir şey katmadan, bana pek marifet gibi gelmiyor. Almanya’da yaşamış Türkler’in pek tabii ki “ah, gerçekten de böyledir” tepkileri verecekleri bir dolu yaraya basıyor Fatih Akın. Hatta bu sefer biraz daha ileri gidip, -bana göre- gerçekten cesurca davranarak, çoğunluğun kabul etmeyeceği bir karakteri de başrole soyunduruyor. Ama bir söz söylemiyor, sadece göz atıyor. Röntgencilikten de bir farkı kalmıyor benim nazarımda.
Melih Tumen