Ana sayfa 2000'ler 2006 Farewell Falkenberg

Farewell Falkenberg

1208
0

farewell-falkenberg

“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız.”
(Attila İlhan / Mahur)

Jesper Ganslandt’ın ilk filmi Falkenberg Farewell, beş çocukluk arkadaşının yaşadıkları yer olan Falkenberg ile bağlantılarından yola çıkılarak hazırlanmış, büyümek istemeyen bireylere ve hayatın mekanikliğine dair rüya gibi bir film. Yönetmenin aynı zamanda filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen Fredrik Wenzel ile birlikte kaleme aldığı senaryosu, günümüz modern insanın doğaya dönerek, ruhunu yeniden bulması üzerine kurulu. Bu tema birçok yan temayla da farklı açılımlar kazanarak, filmi oldukça sıra dışı bir hale getiriyor. Bu açılımlar kimi zaman fazlaca konudan saparak gereksiz sahneler ve diyaloglarla izleyenin kafasını karıştırsa da; sanırım anlatacak çok şeyi olan bir yönetmenin ilk filmine her şeyi sıkıştırmak istemesinden kaynaklanan bir durum.

Çocukluklarından beri dünyadan izole olmuş Falkenberg kasabasında, doğa ile iç içe yaşayan beş çocuğun büyüdükçe birbirlerinden uzaklaşması ve Falkenberg’ün o rüya gibi atmosferini bir daha yakalayamamaları, bir ucundan da hiçbir zaman büyümek istemeyen insanların geçmişte yaşamayı tercih etmelerini hatırlatması bakımından aslında birçoğumuza da tanıdık gelebilir. Artık öyle bir çağda yaşıyoruz ki; sadece metalar değil, insanlar ve insanî duygular da çarçabuk sömürülen birer metaya dönüştürülüyor. Tüketim kültürünün baskın olduğu bir dünyada her şey tüketime tabi olunca, birey de geleceğe umutla bakmak yerine geçmişte yaşamayı, çocukluğun ve gençliğin o masum, temiz ve kirlenmemiş havasını yeniden içine çekmeyi istiyor. Bu yüzden de sürekli kendine kaçış noktaları arıyor. Falkenberg Farewell de bu düşünceden yola çıkarak, bunun biraz nedenlerine ve sonuçlarına ama daha çok bu ruh haline değiniyor. Kimi zaman varoluşla ilgili sorunlardan yola çıkarak, Kierkegaardcı felsefî çözümlemelerde bulunuyor. İnsanın çevresinden ve dış dünyadan ayrılarak kendi özünü bulması gerektiğine yönelik önermeler getiriyor. Kimi vakitte Chuck Palahniuk kadar sivri dilli bir üslûpla olmasa bile, bir tüketim kültürü ve modern insan eleştirisi yapıyor. Ama hepsini sıradan, çaresiz ve kendini bulmaktan başka bir şey düşünmeyen bireyin öznel gözünden vermeye çalışıyor. Daha önce bir J.D.Salinger kitabı okuduysanız, filmin bu karmaşık yapısı aslında size daha anlaşılır gelebilir. Film içindeki seçimlerin sonuçları, ani sessizlikler ve filmin üstüne aniden çöken kasvetli hava tıpkı Salinger tarzında anlatılmış. Bu açıdan yönetmenin (aynı zamanda Jesper karakterini de kendisi oynamış) felsefî olarak Kierkegaard’tan, anlatım olarak da Salinger’den etkilendiğini, bu etkilenimlerini kendi hayat deneyimleriyle yoğurarak yansıttığını düşünüyorum.

“Zamandanız hepimiz.
Bizler onun ayakları ve ağızlarıyız.
Zamanın ayakları ayaklarımızda yürüyor.
Artık biliyoruz ki, kısa ya da uzun vadede, zamanın rüzgarları ayak izlerini silecek.
Hiçin güzergahı mı, hiç kimsenin adımları mı?
Zamanın ağızları anlatıyor yolculuğu.”
(Eduardo Galeano / Zamanın Ağızları)

Eski güzel günlerine dönmek isteyen gençlerin bir daha o güzel günlere dönememesi gerçeği ise, anıların aslında yanıltıcı olduğu gerçeğiyle izleyiciyi yüzleştiriyor. Geçmişe dair çoğu zaman güzel anılarımız vardır ve anılar genellikle güzel olan şeylerle ilgilidir. O yüzden de geçmişte yaşamak her zaman insana daha çok mutluluk verir. Fakat o anıları yeniden yaşamak için çaba gösterdiğimizde, aslında geçmişte yaşadığımız kötü olayları da hatırlarız. Artarak devam eden sorumluluklarımız, yaşama derdi, sosyal hayatta bize biçilmiş roller, kalıplaşmış değer yargılarımız ve kişisel alanımızı tüketen günümüzün çalışma şartları bizi ister istemez böylesi nostaljik bir kaçış alanına yöneltir. Geçmişin hiçbir zaman geri gelmeyeceğini öğrendiğimizde ise, bir seçim yapmak zorunda kalırız. Bilinçaltına gömdüğümüz o güzel anılar aslında, bizim onları görmek istediğimiz biçimdedir. Bilinçaltının gerçeklikle karşıtlığı ve yaşanan gerçekliği sürekli yapı bozumcu bir biçimde yeni formlara dönüştürmesi, yönetmenin de özellikle üzerinde durduğu konulardan biri. Çocukluk, insanın bilinç ve bilinçaltının birbiriyle en çok örtüştüğü, daha doğrusu bu iki kavramın ikircikli bir hal almadığı, bize tekmiş gibi gözüktüğü zamanlardır. İnsanın ilkel zamanına en yakın olduğu bu dönemler, anılarında bulanıklaşmadığı ve tertemiz kaldığı dönemlerdir. Yönetmenin çocukluk dönemine bu kadar yoğunlaşmasının altında yatan neden ise, o dönemin bu özel ve benzersiz durumundan kaynaklanıyor. Kültürel ve sosyal geleneklerden, rollerden, prototiplerden uzak yaşanan bu çağ, insanoğlunun aynı zamanda kendini tamamıyla özgür hissettiği ender zamanlardan da biri. Yönetmen filmin anlatım yapısını da insanların bilinçaltlarına ittikleri bu dönemlere hitap edecek biçimde kurmuş. Film boyunca geçmişe yönelik imgeler, resimler, kameraya alınmış çocukluk görüntüleri, ilk anda anlamsız gelen ama film ilerledikçe karakterler için anlam kazanan auralar, karakterlerin hayal kırıklığını daha iyi anlamamızı sağladığı gibi, bizi de o görüntüler aracılığıyla kendi çocukluğumuza götürüyor. Çocukluğumuza yapılan rüya gibi yolculuktan sonra ise, bir tetik sesinin ani irkintisiyle o ana kadar hasır altı ettiğimiz gerçekliği; yani bize zamanın sürekliliğini ve herkesin ve her şeyin bir gün son bulacağını hatırlatıyor. Ölümün an meselesi olduğunu, insanların seçimlerinin bu yüzden önem kazandığını göstererek bireylerin seçimlerinin önemine ve modern insanın günlük yaşantısının bu seçimler üzerindeki etkisine vurguda bulunuyor. Ama bunu yaparken de didaktik bir üslûpla değil, öznel ve kendini ciddiye almayan, filmin geneline hakim olan o hafif ve masalsı atmosferi de beraberinde taşıyarak yapıyor. Filmin belki de en başarılı öğelerinden biri, hiçbir zaman didaktik bir anlatıma yönelmemesi.

Hikayesi ve anlatımının dışında Falkenberg Farewell, Dogma akımından sonra moda olan elde dolanan, hareketli kamera kullanımı ve Falkenberg’ü bir belgesel çekiyormuşcasına peliküle aktaran durağan ama etkileyici kadrajlarıyla birlikte atmosfer yaratmada da oldukça başarılı bir film. Herkesin içine kolay kolay giremeyeceği, yaşadığımız gerçeklikten kopuk, farklı ve özel dünyasıyla modern insanın kabullenmek istemeyeceği bir düşler ülkesi; Falkenberg. Ama bu dünyaya bir kez girdiyseniz, emin olun bir daha çıkmak istemeyeceksiniz. Film bittiğinde enfes müzikler eşliğinde arka arkaya ekrana bindirilen fotoğrafları bile dikkatle takip ederek, yerinizde çakılı kalabilirsiniz. Eğer sizin de geçmişe ait güzel rüyalarınız varsa, veya geleceğe yönelik karamsar fikirlere sahipseniz soluklanmak için Falkenberg’e uğrayabilirsiniz.

Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com

Önceki makaleErik Nietzsche, The Early Years
Sonraki makaleKilling Fields
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here