Laura ve Carlos çifti, Laura’nın çocukluğunun geçtiği malikaneye taşınmıştır. Laura orasını yetimhane olarak kullanmak niyetindedir. Çift aynı zamanda küçük Simón’u evlat edinmişlerdir ve hasta olan Simón’un tedavisi için de faydalı olabileceğini düşünmektedirler. Simón görünmez oyun arkadaşları olduğunu, onların kendisiyle oyun oynamak istediklerini, üstelik onların da kendileriyle aynı evde yaşadıklarını iddia etmektedir. Fakat doğumgününde hem evlatlık, hem de hasta olduğunu öğrenen Simón birden ortadan kaybolur. Aradan aylar geçer. Herkes kaçırıldığını düşünürken Laura oğlunun kaybolmasının görünmeyen arkadaşlarıyla alakalı olabileceğinden şüphelenmektedir.
El Orfanato, birkaç video klip ve kısa film geçmişi olan genç İspanyol Juan Antonio Bayona’nın ilk uzun metraj filmi. “Guillermo del Toro Presents” şeklinde sunulan El Orfanato, birçok yönden bu sunumu hak etmekte. Tuhaf maskeler, ilginç çocuk oyunları, yetimhane olgusu, masalsı dokunuşlar gibi tümü birer Toro fetişi olan unsurlar, prodüktörlerden biri olmasının getirdiği kendi filmlerini andıran cilalı prodüksyon, ürkütücü atmosferler yaratan özenli sinematografi, hatta yönetim yönünden de Toro’ya öykünen çarpıcı anlar. Tıpkı Toro gibi kariyerine kısa film çekerek başlayan Bayona’nın ilk yönetimi El Orfanato’ya bakarak kendine has bir stili olduğunu söylemek çok zor. Başlangıç için öyle de olmak zorunda değil. Lakin El Orfanato, Guillermo del Toro’yu fazlasıyla andırıyor. Prodüksyon anlamında bu durum anlaşılabilir. Fakat bu hakimiyetin yönetime yoğun biçimde yansıması başka şeyler de düşündürmüyor değil. Evet, Toro gibi farklı esinlerden kendine has bir stil yaratma yolundaki usta bir yönetmenin kanatları altında çekeceğiniz filmin, kıyıdan köşeden onun izlerini taşıması normaldir. Guillermo del Toro’ya hayran olduğu için bu denli etkilendiğini varsayacağımız Bayona’nın işine karışılmış olma ihtimali de sıkça kendini belli ediyor.
Daha ilk filmini çeken bir yönetmenin bu şekilde yorumlanması (hatta bir nevi suçlanması) adil gözükmeyebilir. Ancak belli ölçülerde Guillermo del Toro kariyerine biraz hakim bir izleyici dahi, bu filmde sırf yönetim anlamında Toro’nun ne zaman kendini gösterip, ne zaman geri çektiğini tahmin edebilir. Örneğin Laura’nın, Simón’un kaybolduğunu fark ettikten sonra kendini dışarı atmasıyla başlayan bölüm, Toro ismi telaffuz edilemeyecek kadar acemice çekilmiş izlenimi uyandırmakta. Bunun yanında anlık korkutma klişeleri de Toro’nun en azından son zamanlarda sıkça rağbet ettiği bir yöntem sayılmaz. Yine de Laura’nın kendini eve kapatıp hayaletleri kendine çekmeye çalıştığı son bölümler gerilimi tırmandıran, bunun yanında belli bir sinema estetiğini de göz ardı etmeyen titizliğe sahip. İşte burada Bayona’nın gelecekteki tarzının bu yönde mi olacağı kafaya takılıyor. Şayet öyle olacak ise, bu tarzın Toro gibi çok yetkin bir uygulayıcısı zaten mevcut.
El Orfanato, tipik hayalet veya perili köşk hikayesini dayandırdığı doneler yönünden Uzakdoğu korku sinemasından da bir parça faydalanıyor. Gerçi bu doneler tek bir sinemaya ne derece mal edilebilir tartışılır. Kişisel bir gözlem olarak, bir eve veya bir bölgeye korku salan ve başlarda kötü/tehdit konumundaki doğaüstü varlıkların da aslında daha makul bir amaç uğruna geri dönmüş iyiler olduğu meselesinin Uzakdoğu örneklerinin daha fazla olduğunu düşünerek böyle bir çıkarımda bulundum. Geri dönme amacını kah yarım kalmış bir işe, kah intikama, kah salt kötülüğe dayandıran çeşitli filmlere nazaran El Orfanato, kendi amacının ne olduğuna tam karar verememiş görünüyor. Belki de bu noktada estetik bir mesaja ihtiyacı vardı. Mesaj varsa bile daha belirginleştirilmeliydi. Ana amacı uydurma da olsa bir masala, bir mite veya spesifik bir olaya dayalı olmadan, bu tip filmlerin Pan’s Labyrinth gibi kök salıp dimdik ayakta durması güçleşiyor. Amacı yeni bir Pan’s Labyrinth olmak olmayan, ama en azından biçim olarak onun ekmek kırıntılarını izlemeyi seçtiği için beklentileri de Toro kalitesine endeksleyen fantastik bir yapım olarak El Orfanato, daha en baştan yükselttiği çıtayı aşmakta güçlük çekiyor bana göre.
Juan Antonio Bayona- Guillermo del Toro teorilerini bir kenara bırakıp El Orfanato’ya kendi kalıbından bakarsak vasatın üzerinde bir gerilim görürüz. Ama bir bütün olarak değil, o bütünü meydana getiren bazı parçaların gücü sayesinde vurucu bir gerilim. Bu parçaları birleştirme açısından da bir ilk filme göre başarılı. Mesela bu parçalardan biri, teknolojik donanıma sahip bir grup hayalet avcısının seansı sırasında kendini gösteriyor. Nefeslerin tutulduğu en heyecanlı anlardan biri. Ama bana göre en heyecan verici olanı, Laura’nın hayaletleri çağırmak için Elim Sende oynadığı bölüm. Şu benzetmede hata olur mu bilemiyorum ama yine bir İspanyol Alejandro Amenábar’ın gerilim harikası Tesis’teki karanlıkta kibrit yakma sahnesi ile az çok aynı frekansta bir tansiyon yükselmesi sağlamaya yakın. O nefis gerilim anından sonra filmin kalan 25-30 dakikalık bölümünü oluşturan stilize anlatım, beklenenin aksine çığrından çıkmadan finalini yapıyor. Fantastik bir finalden herkesin beklediği yükselmeyi karşılamasa da, özellikle optimist seyirciye önceden hissettirdiği bir finali sürprizsiz sunduğu için problemli sayılmaz.
El Orfanato, ne kadarı kendi ayakları üzerinde durduğu tartışılabilir bir film. Yönetmen Juan Antonio Bayona ve yine ilk uzun metraj senaryosuyla Sergio G. Sánchez ile ilgili kesin bir yorumda bulunmak için erken sayılır. Guillermo del Toro’nun himayesinde çalışmayı çok fazla yeni yönetmen ister. İster istemez bu himayede vücuda gelmiş, genel anlamda ilk film gibi durmayan bir ilk filmi prodüktörüyle ilişkilendirme durumu söz konusu. Yine de Toro’nun Pan’s Labyrinth öncesine ait birtakım işlerine yakın duran El Orfanato, aslen dizi oyuncusu olan ve bir başka Alejandro Amenábar filmi Mar Adentro’da da rol almış başrol oyuncusu Belén Rueda’nın güçlü oyunu yanında, özellikle yukarıda sözünü ettiğim başarılı sahneleri için görülmeyi hak ediyor.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com