Her karesi imgelerden oluşan, diyalogsuz ve o kadar ağır bir film ki Cam Dudaklar, bittiğinde günler geçmiş gibi hissettim. Etrafımda uykuya dalan izleyiciler vardı. Bu uykuları, o insanların uykusuz olduklarına değil, Cam Dudaklar’ın rüya gibi oluşuna bağlamayı tercih ediyorum. Yönetmenin de katılacak olduğu bir gösterimine bilet almamın, yerinde bir seçim olduğunu anladım. Çünkü bende yaratıcısını görme isteği uyandıracak bir filmdi, yönetmenin filmiyle ilgili konuşmasını dinlemek ise ekstra güzel bir gelişmeydi. Bir şairin dramatik hikayesini anlattığını söylese de yönetmen, izleyen herkesi farklı duygularla karşılaştıracak yapısı nedeniyle, belirli bir konuyu anlattığını anlamanın zor olduğu bir filmdi. Sanki çok yorulduğunuz bir günün sonunda göreceğiniz rüyanın bir parçası, Cam Dudaklar’ın içinde yer bulabilirdi. Sesler ve müzik, diyalogların işlevini üstlenmişlerdi. Akıl hastanesinde gerçekleşenlerin, aşırı duyguların neden olduğu eylemlerin, çağrıştırıcı görüntülerin, filmdeki her şeyin bir sesi vardı ve bu sesleri duyarak izlediklerimi anlamlandırabiliyordum. Aslında bence bu filmi bu şekilde anlatmak yanlış, filmi beğenmek ya da beğenmemek değil konu, izlemiş olmak yetiyor; çok soyuttu çünkü.
Temmuz S. Gürbüz
temmuzsr@gmail.com