Jalla! Jalla!, Kopps ve Zozo filmlerinin yönetmeni, Lübnan asıllı İsveçli yönetmen Josef Fares’in son filmi Leo klasik bir intikam öyküsü. Leo ve karısı Amanda bir gece ortada hiçbir sebep yokken saldırıya uğrarlar. Bu saldırı sonucunda Amanda ölür ve Leo’nun hayatı tamamen değişir. O güne kadar çok düzenli ve sade bir yaşamı olan Leo bu olayla birlikte bütün dengesini yitirir. İçindeki öfke her geçen gün onu teslim alırken onun çevresindeki insanlar da bu öfkeden paylarına düşeni alır.
Leo iyi çekilmiş ve iyi oynanmış bir film olmasına karşın hiçbir farklılık da içermiyor. Özellikle Oldboy ve Kill Bill’den sonra bir intikam furyası aldı başını gidiyor. Bu sadece Amerikan ve Uzakdoğu Sineması’na özgü bir trend değil tabii ki, bütün dünyada intikam teması gittikçe yaygınlaşıyor. Finlandiya yapımı Frozen Land’ı hatırlarsak o filmin de bir kısmında buna benzer bir intikam hikâyesi dikkat çekiyordu. Bir kısmı, diyorum çünkü Frozen Land çok geniş çaplı değerlendirilebilecek ve tek bir temayla sınırlandırılamayacak kadar önemli bir filmdi. İskandinavya insanı genelde hep soğukkanlı oluşuyla, suç oranının düşüklüğüyle ve toplumsal refahın üst düzeyde olmasıyla tanınır. Oysa Leo’da görüyoruz ki ülkeye yerleşen göçmenler bu dengeyi bozuyor ve kendi hallerinde mutlu mesut yaşayan bu insanların içlerindeki canavarı uyandırıyorlar. Filmde Leo’nun karısını öldüren adamlar Yugoslavyalı. Leo’ya silah bulan ve onun yeraltındaki kişilerle iletişim kurmasına yardımcı olan arkadaşı Shahab da ne tesadüftür ki bir göçmen. Yönetmenin kendisi de Lübnan asıllı olmasına karşın filmde suçla ilgili olan her karakter ne hikmetse göçmen.
Leo’nun karısı öldükten sonra dengesinin bozulması ve intikam hırsıyla dolu bir katile dönüşme süreci Leo’yu canlandıran Leonard Terfelt’in başarılı oyunuyla ve yönetmenin film içinde başkalaşan anlatım teknikleriyle gayet güzel bir biçimde aktarılıyor. Zaman zaman dış ses kesilerek Leo’nun içsel karmaşası resmediliyor. Cinnet anlarındaysa hareketli kamera işin içine girerek onun gelgitleri ve öfkesi daha gerçekçi bir şekilde ekrana yansıtılıyor. Bütün bu karelerde filmde açık alanlarda kullanılan doğal ışığın aksine özel bir ışıklandırma yapılması da bu sahnelerin film içinde farklılaşmasına vurguda bulunuyor. Filmi Leo’nun karısı ölene kadarki ve öldükten sonraki süreç diye ikiye ayırırsak ikinci yarının bu tercihlerle birlikte filmden ayrıştığını da söyleyebiliriz. Filmin yönetmenlik ve oyunculuk açısından bir sorunu yok zaten. Sorun, konunun çok demode olması ve bu klişe konuya yeni bir şey eklenmemesi.
Sinemada daha önce çok daha iyi anlatılan bir temanın üzerine kurulan Leo kendi içinde temasını oturaklı bir biçimde sunmasına karşın bu temaya farklılık kattığı ve daha önce çekilmiş pek çok benzerinden ayrıldığı söylenemez. İsveç standartlarında belki iyi bir seyirlik olabilir fakat dünya sinemasını takip eden sinefiller için çok sıradan olduğu su götürmez. Tema intikamsa Kuzey’e gitmek yerine Uzakdoğu’ya yönelmek daha sağlıklı olacaktır.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com