Cannes Film Festivali’nde ilk filmiyle yönetmen Steve McQueen’e Altın Kamera ödülü kazandıran Hunger, 1981’de Bobby Sands’in önderliğinde IRA militanlarının dayak, işkence ve aşağılamalar sonucu Maze hapisanesinde başlattıkları yıkanmama, sonrasında da açlık grevine yakın plân giren çok güçlü bir film. Sands’in hapis günlerinden, açlık grevinin 66. günü ölümüne kadar uzanan süreci pek de alışılmadık bir tarzda sunuyor. Kronolojiyi bozduğu anlamı çıkmasın. Hunger, farklı tür denemelerinden oluşan mükemmel bir kolaj, veya birkaç çarpıcı kısa filmin birleştirilmiş hali gibi adeta. Mahkumların hücrelerinden alınıp zorla yıkandıkları ve ilaç verildiği bölümler, 17,5 dakikalık tek planlı olağanüstü Sands-rahip Moran görüşmesi ve neredeyse hiç konuşmanın olmadığı, Sands’in açlık grevi sırasında hastanede yaşadıkları, üç ayrı kısa filmin bütünü bozmayacak şekilde kurgulanıp uzun metraja dönüştürülmüş şekli gibi. Steve McQueen, minimalist anlayışı yanında, insanî bir dramı tuhaf bir gerilim atmosferi içinde dinamikleştirdiği gibi, aralara serpiştirdiği bazı kısa bölümlerle gardiyan profillerine de göz atıyor.
Gerek kısa geçişlerle içerde ve dışarıda güç durumda kalan gardiyanlara bakması, gerekse dönemin başbakanı Margaret Thatcher’ın bu açlık grevi hakkında duyduğumuz bazı demeçleri ile karşı safların da sesini bir şekilde duyurmak istiyor. Özellikle “açlık grevi-duygu sömürüsü” ve “suç-politik suç” sorunsalı yönünden duyduklarımız, bu çoksesliliği düşündürücü bir platforma yerleştirmesini biliyor. Bu durumu, filmi tamamen seyirciye tek taraflı aktarmama amaçlı bir objektiflik olarak da görebilirsiniz, Sands‘in davası uğruna göze aldıklarının yüceltilmesine yarayan dürüst bir epik olarak da… Bobby Sands’i canlandıran, 300 ve Eden Lake’de de oynamış Michael Fassbender’in performansı ise çok başka bir konu. McQueen, elde ettiği bu güçlü sinema diliyle klâsik bir sinema filmi formatını, heyecan verici bir sinema deneyimine dönüştürüyor. Sözü edilen 17,5 dakikalık sahnede Sands’in anlattığı birtakım anekdotlarla daha da güçlenen, gençliğinde bir kır koşusu sırasında ormanda kaybolduğunu hayal ettiği bölüm, en son Michael Clayton’ın atları gördüğü sahnedekine benzer bir saflaşma, bir arınma hâli taşıyordu sanki. Belki de insanın kendi özüne ait cevaplar her zaman kırda saklı. Gelip bulunmayı bekler şekilde…
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com
irlanda üzerine filmleri seviyorum. bunu da merak etmekteyim.