Londra’da tutucu ailesinin yanında yaşayan kız arkadaşına kavuşmak için Manş Denizi’ni yüzerek aşmaya çalışan bir mültecinin hikâyesini anlatan “Hoş Geldiniz” bu hikâye çevresinde de mültecilere polisin uyguladığı sert tutumu ve insanların mültecilere karşı olan bakış açısını ekrana yansıtıyor. Yönetmen Philippe Lioret bunu yaparken ise çok bildik ve klişe bir aşk hikâyesini merkezine alarak hikâyesini alışıldık karakter çeşitlemeleri üzerine kurmaktan geri durmuyor. Hayatta hiçbir tutkusu kalmayan, eşinden boşanmış ve günden güne sinikleşen bir yüzme hocasıyla aşkının peşinden gitmek için Manş Denizi’ni aşmayı bile göze alan gözüpek ve romantik bir genci buluşturarak bir yandan yüzme hocasının hayatında o zamana kadar farkına varamadığı şeylerin farkına varmasını sağlıyor, bir yandan da genç âşığa aşkının peşinden gitmesi için bir umut ışığı yakıyor. Bütün bu klişe hikâye, olay örgüsü ve karakter çeşitlemesinin hizmet ettiği melodram öğeleri bir süre sonra da filmin sosyal gerçekliğine zarar veriyor. Hikâyenin çevresindeki mülteci sorunu ve toplumdaki bireylerin kendi güvenlikli yaşamlarının dışına çıkmadan olan bitene seyirci kalmaları, mültecilere karşı olan önyargılı tutumları bir yerden sonra bir melodramın çevresindeki süslemelermiş gibi duruyor. Lioret her ne kadar filmiyle insanların mülteci sorunu konusunda bilinçleneceklerine dair bir inanç taşısa da filmin finali itibarıyla onun taşıdığı inanç da sevgilisi için Manş Denizi’ni aşmaya çalışan çocuğun romantizminden farksız kalıyor. Eğer Lioret filmini melodramın tehlikeli sularından sıyırarak sosyal bir mesaj vermek istiyorsa naçizane görüşüm bol bol Ken Loach filmi izlemesi.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com