Çek topraklarının Nazi işgali altında olduğu 1940’lı yıllarda Eliska, üniversiteler Almanlar tarafından kapatıldığı için tıp eğitimini tamamlayamayan ve bu yüzden bir hastanede hemşire olarak çalışan genç bir kadındır. Sevgilisi cerrah Richard ve ortak dostları Doktor Chldek‘le birlikte direnişçilere katılmıştır. Bir gece, taşradaki dağlık bir bölgeden hastaneye, acil kan nakli gereken ağır yaralı bir adam getirilir. Yalnızca Eliska‘nın kan grubu adamınkini tutmaktadır. Verilen kan, adamın hayatını kurtarır ve çağdaş, şehirli, eğitimli Eliska ile köylü, ekmeğini taştan çıkaran, çocuk ruhlu Joza arasında sıradışı, güçlü bir ilişki kurulur.
Doktorların yer aldığı direnişçi grup ortaya çıkarılınca Gestapo peşlerine düşer ve yaşamları tehlikeye girer. Eliska‘nın sevgilisi Richard, bir gece kaçarak ülkeyi terk edince, Eliska‘nın kalabileceği emniyetli bir yer bulmaları gerekir. Kızı ücra bir bölgedeki dağ evinde saklayabileceği düşüncesiyle Joza ile temasa geçerler. Eliska, alışkın olduğu şehir yaşamını ardında bırakıp yeni bir kadın olmak zorunda kalır: artık dağ adamının karısı Hana‘dır o. Yeni yuvası, zamanın 150 yıl önce durduğu dağ köyü Zelary‘dedir.
Kveta Legátová’nın Jozova Hanula adlı romanından uyarlanan ve Ondrej Trojan tarafından yönetilen Zelary, 2004 yılında En İyi Yabancı Film kategorisinde aday olmuş, ancak ödülü Kanadalı Les Invasions Barbares‘e kaptırmış son derece başarılı bir Çek yapımı dram. Özellikle Avrupa’ya has çekiciliği ve harika oyunu ile Anna Geislerová’nın devleştiği film, roman uyarlamalarının perdeye yansıması sonucu oluşan masalsı atmosferi yaratmada da hedefine ulaşıyor. Geislerová’nın etrafına örülen karakter zenginliği de bir o kadar çekici..
Gestapo’dan kaçması için, dava arkadaşları tarafından kendisine her ayrıntısı düşünülmüş yeni bir hayat verilen Eliska, çalıştığı hastanede kan verdiği köylü ile evlenip, Zelary köyünde yaşamak zorunda kalan şehirli bir genç kadınken, kendisine koca olarak seçilen orta yaşını biraz geçkin Joza ise köpeği Azor ile yaşayan, aşka sevgiye aç, saf ve becerikli bir dağ köylüsüdür. Yan yana gelmesi pek mümkün olmayan bu özelliklere sahip iki karakterin buluşması, yabancılık, alışma evresi ve aşka dönüşüm düzleminde hatasız ilerliyor. Sadece Eliska ve Joza arasındaki ilişkinin değil, sosyal açıdan şehirli Eliska’nın, köylü Hana’ya dönüşümü de bu düzlem üzerinde yerini alıyor. Başlangıçta mecburen gerçekleşen her iki dönüşümün, zamanla bireyin kendi seçimi halini almasını çok iyi işleyen Zelary, izleyiciyi de bu dönüşüm sürecine ortak ederek gücünü ortaya koyuyor. Bu güç, sadece iki ana karakter sayesinde elde edilmiyor elbette..
Artık Hana olarak yaşamak zorunda kalan Eliska’nın, belki normal şartlarda asla koca olarak seçmeyeceği Joza’ya alışma süreciyle eş zamanlı ilerleyen köy sosyal yaşamına alışma sürecine katkıda bulunan en önemli unsurlardan biri de Zelary köylüleri.. Pek çoğunun Eliska’nın sığıntı durumundan haberdar olmasına karşın, onu bağırlarına basarak kendi samimi sosyal çarklarında öğütmeleri, küçük toplumlardaki pozitif veya negatif dönüşümün ne derece etkili ve çabuk olduğu yönünde fikir verebiliyor. Köy ortamının vereceği fikirin hep olumlu yönde olacağı düşünülür. Ama realist biçimde Zelary köyünde karısını döven, içki içen, başkasının karısına tecavüze yeltenen, üvey çocuğuna dayak atıp evden kovan insanlara da rastlıyoruz. Ama bu kötü huyların köy atmosferinin birbirine kenetlenmişliği içinde erimesi de kaçınılmaz oluyor. Joza ile birlikte, köyün eğitimsiz doktoru yaşlı bayan Lucka, anlayışlı rahip, asi çocuk Lipka, Zena rolünde aynı zamanda ülkesi Çek Cumhuriyeti’nde başarılı bir yaylı çalgılar ustası olan Iva Bittová gibi sıcacık karakterler, Hana’nın bağlanma sürecine katkıda bulunuyor. Hele de Zena’nın küçük kızı Helenka rolündeki Anna Vertelárová’nın hem kendisi, hem de oyunu görülmeye değer..
Dönüşüm evresine katkıda bulunan bir diğer önemli etken de köy olgusu. Ağaçları, dağları, tepeleri, çiçekleri ile o kadar güzel bir köy izliyoruz ki, sıkıcı olarak gördüğümüz bu küçük coğrafi olgunun insan ruhunda yarattığı arınma duygusuna, temiz havasına, güneşine, yağmuruna, karına tanık oluyoruz filmde.. Hana, bütün mevsimleri arka arkaya yaşadığı bu köyde aşkı ve insani sıcaklığı, bunun yanında zaman zaman zorbalığı da yaşayarak kendi iç mevsimlerinin de farkına varıyor. Filmin pastoral dokunuşları o kadar etkili ki, ekran karşısında o temiz havayı ciğerlere çekmek, ot ve çiçek kokularını duyumsamak, terlemek, üşümek mümkün hale geliyor neredeyse. Ama öte yandan, savaşın gölgesinde yaşamanın getirdiği gerilimin bu güzellikleri yerle bir edeceği endişesi de filmin bir köşesinde duruyor hep.
Zelary, işlediği saf güzellikler yanında acı gerçekleri de iki saati aşkın süresine ustaca sığdırmış, yürek coşturduğu gibi yürek burkan da bir film. Görüntülerin ihtişamı, senaryonun samimiyeti, oyuncuların doğallığı bir araya geldiğinde oluşan kimyaya her zaman rastlayamıyoruz. Savaşa karşı gizliden faaliyette bulunan elit Eliska’dan, zoraki bir savaş gelinine dönüşen köylü Hana’nın ve Zelary köyünün hikayesi mutlaka görülmeli.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com