Dogma akımının en sıkıcı filmi olarak nitelendirdiğim, serbest bir Kral Lear uyarlaması olan “The King is Alive” filmine imza atan yönetmen Kristian Levring’in son filmi “Korkma Benden” özetle; evli ve bir çocuk babası bir adamın plasebo etkisiyle geçirdiği dönüşüm sürecini anlatıyor. Filmin senaryosunda pay sahibi olan yönetmen ve senarist Anders Thomas Jensen’i de bu noktada anmak gerekiyor. Çünkü psikolojik gerilim (Morke) ve içsel dönüşüm (Adams Aebler) gibi süreçleri daha önceki film ve senaryolarında başarıyla işlediğini biliyoruz. Fakat Korkma Benden filminde karakterin dönüşüm süreci bir türlü gerçekçi bir şekilde aktarılamıyor. Bunda, filmin sırtını fazlasıyla ana karaktere dayaması ve onun çevresindeki yan karakterlerin bir türlü karikatürizelikten çıkamamaları da etkili tabii. Karakterin plasebo etkisinin sonucuyla çevresinden uzaklaşması, sürekli kendi kendini telkin etmesi ve kendine yeni bir gerçeklik yaratması çok havada kalıyor. Bu öznel gerçeklik karakterin yavaş yavaş uzaklaştığı nesnel gerçeklikle bir çatışma içine girse belki film bir nebze olsun izlenilir olacak, fakat bu da gerçekleşmiyor. Plasebo etkisi çatışmadan çok, kişinin kötücül yanını öne çıkartan bir dönüşüm sürecinin tetikleyicisi oluyor. Çevresindeki herkese zarar verip, herkesten ve her şeyden uzaklaşarak özgür kalacağına ve bu şekilde kendi öznel benliğini yeniden bulabileceğine inanan bir karakterin tuhaf dönüşüm sürecini yansıtan “Korkma Benden” uzak ara İstanbul Film Festivali’nin en kötü filmlerinden biri. Bu filmde Anders Thomas Jensen’in de olması ayrıca bir hayal kırıklığı yaratmadı değil. Levring’i zaten “The King is Alive” ve “The Intended” filmlerinden bilen biliyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com