Hapishaneden yeni çıkan Yiorgos ve henüz ameliyatsız bir trans olan Strella arasındaki ilişkinin çok yönlülüğü hikâyelerine mecburi bir trajedi havası veriyor, bu yüzden trajik olduğu kadar renkli bir hikâye. Film ilerledikçe karakterler hakkındaki somut bilgilerimiz artıyor, filmle tanışır ve yakınlaşır gibiyiz. Tanışma eyleminin önyargılılığına düşebiliyoruz ama bu önyargıda uzun süre barınmamıza izin verilmiyor. Her yaşanan olay sonradan öğrenilen bilgilerle yeni bir anlam kazanıyor çünkü. Strella’yla Yiorgos’nun ilişkisinin başlangıcında adım atan kişi travesti özgüvenliliğiyle sigarasına ateş isteyen Strella’dır. Ve tamamen tesadüfî görünen bu başlangıcın ardından tüm gelişen olaylar o kadar akıcı ve tutarlıdır ki Strella’nın sürprizini hazmetmek çaba isteyen ve seyirci pasifliğine “benimseyici” içeriği ekleyen bir eylemdir sanki. Filmin doğuştan sahip olduğu bir büyük cesaret izleyicinin üstünde baskı kuran bir etken olma olasılığına da sahip: Rastlantıya muhtaç bir sömürü senaryosu ve sonucunda kötü bir film olduğunu söyleme cüretini gösterecek bir tepkiselliğe girebilmek mümkün filmin bir anında. Ve bu kadar aceleci ve “eleştirmen ruhlu” seyircilerini son derece soğukkanlılıkla karşılayan bir olgunluktadır film. Strella aslında Yiorgos’nun oğludur ve Yiorgos’nun yıllarca hapishanede olma sebebinin bir parçasıdır. Oğlunu (henüz 9 yaşındayken) erkek kuzeniyle sevişirken yakalayınca deliye dönen bir babadır Yiorgos ve öfkesiyle kuzeni öldürmüştür. Tanıdık bir homofobi hikâyesi uzaktan. Hapishaneden çıkıp Atina’da artık büyümüş olan oğlunu ararken Strella hayatına girer, âşık olurlar ve Strella gerçeği söyler bir gün. Yiorgos’yu takip ederek tanışma sebebi babasına yakın olmak isteyişidir ama bu kadar ileri gideceğini de tahmin edememiştir hani. Yiorgos’nun içindeki bastırılmış eşcinsel taraf öfkeyi ve “yok etme” güdüsünü doğuran en saf kaynaktır aslında geçmişte. Sonuçta filmin başında görmüşüzdür biz, homofobik bir baba öfkesiyle işlediği suç yüzünden cezalandırıldığı mekânda, hapishanede bir sevgili bile edinecek kadar kabullenmiştir kendini zaman geçtikçe. Bu kabullenişi fark etmek artık Yiorgos’ya duyulan zorlu seyirci inancını güçlendirecektir: Oğlunun yaşamını kabullensin ve ona duyduğu aşkı özgürce yaşasındır Yiorgos. Sevgili ya da baba, önemsiz bir ayrım bu noktada. Seyircide sempati doğuran yapısı objektivitesini bozmuyor bu filmin, sorumsuzluğu ve acımasızlığıyla yaşanılanların ayrıntılı bir kolajını yapıyor. Politik ama değil, limitsiz ama değil.
Temmuz S. Gürbüz
temmuzsr@gmail.com