Rainer Werner Fassbinder’in filmlerinde görüntü yönetmenliği yaparak ismini duyuran, daha sonra da üç kere Oscar’a aday olan Alman görüntü yönetmeni Michael Ballhaus’la Arjantinli görüntü yönetmeni Ciro Cappellari’nin ortaklaşa çektiği belgesel sosyoekonomik ve kültürel açıdan birbirinden farklı pek çok gruba mensup insanın Berlin şehri hakkındaki düşünceleri üzerinden bizlere Berlin’i tanıtıyor. Siyasetçiler, müzisyenler, mimarlar, fotoğrafçılar, moda tasarımcıları, oyuncular ve halktan insanlar belgeselde kendine yer bularak kendi yaşadıkları kenti anlatıyor. Bu sayede Berlin kentinin pek çok farklı açıdan izdüşümünü yakalama imkânımız oluyor. Siyasetçilerin çeşitliliğe imkân tanıyan politikaları, sanatçıların deneysel çalışmaları ve göçmenlerin neden bu kenti seçtiklerine dair yaptıkları açıklamalar iki önemli görüntü yönetmeninin her biri birer kartpostal netliğindeki duru ve çarpıcı kareleriyle birleşerek Berlin şehrinin bizlerle konuşmasını sağlıyor.
Belgeselde şehrin sakinleri kadar şehrin önemli yapıları da bize şehri anlatıyor. 2. Dünya Savaşı’ndan önce nüfusu şimdikinden daha fazla olan Berlin’in tarihi yapıları, bu yapıları birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran yolları, önemli müzeleri ve tabii ki kentin çehresinin değişmesinde başlıca rolü oynayan büyük meydanlar çok çeşitli açılardan aktarılarak seyircilerin aynı zamanda Berlin kentinde bir gezintiye çıkmasına yol açıyor. Bu gezintide rehberimiz de Brandenburg Kapısı, Alexanderplatz Meydanı, Müzeler Adası ve Saray Meydanı gibi önemli yapıları kendilerine mesken tutmuş mimarlar, fotoğrafçılar ve bu bölgelerde çalışan insanlar oluyor. Onlar bu mekânların farklılıklarını ve kendilerinde uyandırdığı duyguları anlatırken fark etmeden Berlin’i de betimlemiş oluyorlar. Dünyanın en kozmopolit kentlerinden biri olan, yoğun olarak genç nüfusun yaşadığı, eğlence mekânları kadar kültür ve sanat etkinliklerinin düzenlendiği mekânların da görece diğer Avrupa başkentlerinden fazla olduğu Berlin bütün bu çeşitliliğine ve yoğunluğuna rağmen bir taraftan da hâlâ insanların bir koşuşturma içinde olmadan yaşayabildiği, binaları kadar yeşil alanları da geniş bir alanı kaplayan son derece ilginç görüntüsünü de koruyor. Panoramik açılardan yansıyan görüntülerde koca bir köyü andıran şehir belki de bütün büyüsünü bu özelliğine borçlu. Zaman, insanlarla birlikte pek çok şeyi değiştirse de sanki Berlin şehri zamanın uzağında bir yerde evrimini çok yavaş bir şekilde sürdürüyor. Büyük şehirlerin hepsinde zaman olduğundan daha hızlı akarken, Berlin bu koşuşturmacanın uzağında kendi farklılığını muhafaza etmeyi başarıyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com