İlk filmin bıraktığı yerden başlayan, bu kez hâlâ karantina altında bulunan apartmana bulaşmış salgını incelemek ve sağ kalanları kurtarmak için, biri kameralı olmak üzere 4 özel tim polisi ve bir doktorun içeri girmesiyle tekrar start alan [Rec] 2, özellikle ilk filmin finalinde ortada kalmış görünenlere açıklık getirmek istemiş. Halbuki ilk filmi çok sevdiğim, onu o nefes kesen finaliyle kabul ettiğim halde bende bir devam filmi görme arzusu oluşmamıştı. Çünkü kasten bırakılan soru işaretlerini cevaplamak için kastırınca ortaya iyi bir devam filmi çıkma olasılığı düşüyor. [Rec] 2’yi görünce zirvede bırakmak en iyisiymiş diye düşünüyorum.
İlk [Rec], her ne kadar The Blair Witch Project ve Cloverfield gibi örneklerle aynı klasmana sokulsa da kendi orijinalliğini bulmuş bir korku/gerilim olayı idi. Klostrofobik atmosferine, tekinsizliğine ve gizemli yanına o kadar sahip çıkan bir filmdi ki, bunu spontane bir çabuklukla yansıtabilmiş havası yaratması da ayrı bir beceriydi. Fakat kaldığı yerden, aynı teknikle süren [Rec] 2, büyük ölçüde aynı heyecanı tekrar etmekten başka çaresi olmayan bir film. [Rec], kendilerini ne tür tehlikelerin beklediği yönünde seyirciyi çoktan hazırlamış (eğitmiş) bir film olduğundan, ne zaman ve nereden bir yaratık çıkacağı heyecanını iyice cılızlaştırmış olan [Rec] 2, fantastik neticelerini öğrendikten sonra “keşke bir virüs olarak kalsaymış” denecek kadar ilk filmden kalan gerçeklik mirasını har vurup harman savurmuş adeta. Belli bir doygunluğa ulaştırmış ilk film gibi 80 dakika civarında katıksız heyecan pompalaması, artık o heyecanın eskisi gibi olmadığını düşündürmeden edemiyor. Bunun bir miktar farkında olan Jaume Balagueró ve Paco Plaza, bu kez binaya giren polislerin kasklarına yerleştirilmiş mini kameraları, filmin sabit ana merkezi olan el kamerasının menüsüne ekleyince, o ana merkeze bağlı kalmış seyirci için binanın kuytu köşelerine gitme orijinalliği de yaratılıyor. Böylece hem klâsik [Rec] ilkesinden sapılmamış, hem de seyirciyi el kamerasına bağlı bir vaziyette eş zamanlı olarak başka dairelere ve odalara sokma imkânı da yaratılmış.
Balagueró-Plaza ikilisi bununla kalmayıp, ilk filmin çıtasını yükseltebilmenin zorluğunu bilerek bir başka şekilde meydan okuma yoluna daha gitmiş: İzlemeyi sürdürdüğümüz ana kameranın lensini kırmak! Filmin geri kalanını kırık lensle izleyemeyeceğimizden, devreye yeni bir el kamerasının girmesi gerekiyor. Bunu temin etmek için film binadan dışarı çıkmak zorunda kalıyor ki, işte o noktadan sonra zorlama anlar başlıyor. Meraktan olay yerine gelmiş ve kavga dövüş kanalizasyondan binaya girmeyi başaran üç tane gerzek ergenin el kamerasının nöbeti devralması, beraberinde türlü arızaları ve bolca salya sümük çığlığı getiriyor. Bir şeytan çıkarma anında, şu an adını hatırlayamadığım kamerayı tutan el, sanki bayramda sofra başına toplanmış aile efrâdını filme alır gibi odada yavaşça dolanıyor, hatta şeytanımızın biraz arkasına geçerek olayı izleyenleri de çekiyor. Amaç etraftakilerin yüz ifadelerini bize gösterme kaygısı olunca o spontane “[Rec] Klâsiği” de çöpe gidiyor. Oysa yönetmenler önceden bunu çok daha doğal yollardan halledebilmişlerdi. Gece görüşü sahnesi ise, zaten kameranın o modu boş bir odayı bile çektiğinde yeterince ürkütücü iken, cepten yiyen bir nitelikte ve haliyle yine ürkütücü. Ama o sahne de bir tuhaf ayrıca. Kameranın bir şekilde yere düşüp sabitlendiği anlardaki doğallık, tam da ilk filmin gösterişsiz ama etkili yolundan giderken, finalde fazla göze sokulmuş bir vaziyette yine inandırıcılığını yitiriyor bana göre.
Filmin konu yönünden de eleştirilecek çok yönü var. Ama mesele, içine kötülük kaçmış insanoğluna ve exorcism fantastiğine bağlanınca fazla söze gerek kalmıyor. Orada bile tutarsızlıktan geçilmiyor. İşine gelince adamı ipini koparmış bir zombiden manipülatif Murtaza’ya döndüren sözde virüsün neden her bünyeye aynı etkide bulunmadığı, neden her bünyenin ses telleriyle oynayamadığını anlamaya çalışmak beyhûde. Bu filmin ardından gelecek olası bir devam filmine uygun ortam hazırlayan finalden sonra, şâyet öyle bir niyetleri varsa ve el kamerasını bırakmaya niyetleri yoksa Balagueró & Plaza’yı daha büyük bir meydan okuma bekliyor. Hiç öyle “İspanya’nın Saw’a cevabı”nı oynamaya gerek yok. [Rec] 2, şu finalle bile işi tadında bırakıp (pek tadı kalmasa da) geride bırakacağı sorular ve teorilerle sonsuza yelken açabilir. Âlâkasız olacak ama benzer fikirleri Lost için de taşıyorum. Ortaya karışık bir sürü gizem attıktan sonra durup durup onlara cevaplar vermeye kalkmak her zaman papaza pilav yedirmiyor. Bazı soruların soru olarak kalması, aslında onların birçok cevabı olduğunu anlatıyor. Bazı soruların soru olarak kalması, sırf öyle kaldıkları için güzel zaten.
Osman Danacı
odanac@gmail.com