Çağdaş mimarinin en önemli isimlerinin başında gelen Norman Foster’ın hayat hikâyesini, mimariye yaklaşımını ve yaptığı eserleri konu alan belgeselin en önemli noktası belki de, bize mimariyi ve mimarinin insan hayatını nasıl değiştirdiğini göstermesi oluyor. Büyük insanların ya da dâhilerin hayat hikâyelerini anlatan belgesellerin genelde en büyük dezavantajı, ele aldığı özneyi nesneleştirerek vermesidir; belgesele konu olan “büyük” insanlar hiçbir zaman belgeselde bir özneye dönüşmez, öznelikleri onlardan alınır ve hayatları bir metaya dönüştürülür. Kişinin geçirdiği değişim, yaşadığı dönüşüm yerine, hayatındaki mihenk noktaları üstünkörü bir şekilde aktarılır ve abartılı bir yaklaşımla, bu insanların insanüstü yanları öne çıkartılır. Oysa bu belgeselde, Norman Foster’ın yaşadığı dönüşüme ortak olmak, onun sıradan bir insan olarak nelerle baş ettiğini görmek ve ona bir insan olarak saygı duymak mümkün.
Belgeselin bir diğer artısı da, Foster’ın günümüzdeki kentleşmeye bakışı, getirdiği çözüm önerileri ve mimarinin insan hayatına etkisi gibi faktörlerin Foster’ın kişisel hikâyesi kadar belgeselde öne çıkması. Her geçen gün yaşam kaynaklarımızı tüketirken ve çarpık kentleşme önlenemez bir şekilde artarken, insan yaşamının artık “sürdürülebilir” olmadığı da belgeselin dile getirdiği çarpıcı gözlemlerden biri. Foster’ın bu konudaki çözüm önerileri, alternatif şehir planlamaları ve tabii ki Foster’ın 20. ve 21. yüzyılın çehresini değiştiren unutulmaz yapıları (Pekin Havaalanı, Hearst Binası, Millau’daki köprü, Reichstag vb.) yaşadığımız dünyaya bakışımızın da değişmesine önayak oluyor. Bu açıdan bakıldığında, Binanız Kaç Kilo, Bay Foster? kesinlikle bir belgeselin yapabileceği etkiden çok daha fazlasını gerçekleştiriyor. Herkesin izlemesinde fayda var.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com