Yetişkin ikiz evlada sahip Nawal Marwan, ölümünün ardından dostu ve sekreterliğini yaptığı noter Jean Lebel’a vasiyetini bırakmıştır. Buna göre ikizlerden Jeanne’a babasını, Simon’a da ağabeyini bulmasını, bulduktan sonra da her ikisine birer mektup vermelerini istemektedir. Bu işlemler tamamlandıktan sonra kardeşlere bir mektup daha verilecektir. Jeanne ve Simon, annelerinin sırlarla dolu geçmişine doğru yolculuğa çıkarken, bizler de geçmişe giderek bir yandan Marwan’ın hayatına en kritik noktasından seyirci olarak dahil oluruz. İkizlerin bu yolculuktan öğrenecekleri inanılması güç gerçeklerin hazmı, onlar kadar bizler için de çok zor olacaktır.
1989 yılında Montreal Katliamı olarak bilinen okul baskınını konu alan 2009 yapımı Polytechnique ile birçok anlamda usta bir filme imza atan Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve filmi Incendies, Oscar adaylığı da almış yılın en iyi prodüksyonlarından biri. Polytechnique’te katliamın trajedisini nefis bir kurgu, sakin ve estetik yönü çok güçlü siyah beyaz bir anlatım, elinden geldiğince sert bir yaklaşımla nakış gibi işleyen Villeneuve, Incendies ile hemen hemen aynı ustalıkları sanki farklı bir yönetmenin elinden çıkmış gibi sunuyor bu kez. Polytechnique’e göre süresi daha uzun, görselliği farklı, meselesi ise başka bir coğrafyanın insanlarına ait bambaşka trajedilerle dolu bir fonda akmakta. İki Villeneuve filmi arasında dikkat çeken en önemli özelliklerden biri, bir bütünün çok önemli parçalarını meydana getiren etkili sahnelerin film içine serpilmiş ve filmi farklı kanallardan destekleyen kurgu ustalığı. Flashback kullanımı, geçmişle şimdiki zaman arasındaki köprü işlevini en iyi bu serpiştirme ile göstermiştir. Titanic gibi iki saat boyunca flashback izlemek zorunda kalmazsınız. Filmin şimdiki zamanına ani müdahale edilmesi gereken yerlerde o parçaları doğru yerlere, doğru zamanlarda monte ederseniz, bu köprünün köprü olduğu anlaşılır. Incendies bu açaıdan ders niteliğinde bile denebilir.
Filmin dili o kadar güçlü ki, geçmiş ile şimdiki zamanın iç içe geçmişliğinden yaratılan gizem ve gerilim, Nawal Marwan’ın sırlarla ve acılarla dolu geçmişindeki bu bilinmezlikleri iki saate yaymasını çok iyi biliyor. Wajdi Mouawad’ın oyunundan Denis Villeneuve’ün senaryoya uyarladığı Incendies, adeta patlamaya hazır bir bomba gibi olan bir Ortadoğu ülkesinde yaşanan siyasi ve askeri çalkantıların ortasında büyüyüp gelişen bir varoluş hikâyesi sunuyor. Hıristiyan-Müslüman çekişmesinin yarattığı insanlık dramlarından beslenen bu hikâye, merkezine koyduğu Nawal Marwan’ın çileli yaşamını, ölümünden sonra ilginç vasiyetini öğrenen ikizleri Jeanne ve Simon’ın annelerinin geçmişindeki sırlara ulaşma yolculuklarıyla paralel biçimde ele alıyor. Sözünü ettiğimiz bu kurgu becerisiyle de bu iki başlı öykü birbiriyle çok etkileyici biçimde kaynaşıyor. Jeanne ve Simon, annelerinin hayatını oturdukları yerden dinlemenin ötesinde, o hayata yıllar sonra da olsa dahil oluyorlar. Hatta bu sıra dışı hayatın çok önemli birer parçası olduklarını da anlıyorlar ki, bunun sonucunda geçmiş ve şimdi arasında bir kopukluk olmadığı gibi, filmin varolan gücüne güç katılıyor.
Denis Villeneuve, birbirine bağlı iki film izleğini, birbirini besleyen kurgu ve anlatım zenginliğini, büyük puntolarla isimlendirdiği farklı kanallar açarak sürekli canlı tutuyor. Her kanal kopukluk yaşamadan ayrı bir noktaya odaklanıyor. O kanalları kendi sınırlarından çıkararak ana kaynağa doğru yönlendiriyor. Otobüs sahnesi gibi Nawal Marwan’ın kendini adadığı bir fedakârlığı bir anlığına başka bir fedakârlıkla test eden veya keskin nişancı sahnesiyle izleyeni ters köşeye yatıran, ama esas amacının bu olmadığını sonradan anlayacağımız anlar hep bu mantığa hizmet ediyor. Birbirine kin ve öfke saçan iki büyük dinin fonksiyonunu biraz taraflı da olsa bu trajediler yumağının dekoruna yerleştirmesi, ama sadece dekor olarak bırakması da çok önemli. Ve akılalmaz gerçeği birdenbire değil, bir örümcek gibi adım adım örerek ortaya koyuyor. Çünkü bu gerçek, öyle birdenbire söylenecek, anlamlanacak, hazmedilecek bir gerçek değil. Yılları, ölümleri, kanı, gözyaşlarını, kayıpları, tesadüfleri geride bırakarak ulaşılmış bir katarsis. Tıpkı Marwan’ın vasiyetinde de söylediği gibi: “Çocukluk, insanın boğazına oturan yumru gibidir, kolay kolay yutulmaz.”
Nawal Marwan’ı canlandıran Belçikalı Lubna Azabal’ın, bugüne kadar Oscar kazanmış birçok benzerini gördüğümüz olağanüstü oyunu ve ona eşlik eden Mélissa Désormeaux-Poulin ile Maxim Gaudette, filmin hikâye, anlatım ve dramatik kalitesine oyunculuk yönünden de sıkı destek sağlamakta. Filmin tedirgin edici bütünlüğü ve şok eden finalinin ardından kapıldığı hüzünle karışık huzuru verebilmek için tüm bu unsurların bir araya getirilmesini sağlayan en mühim isim ise tabiî ki Denis Villeneuve. Şimdiden Maelström, Polytechnique ve Incendies gibi üç kaliteli filme adını yazdırmış olan yönetmen, bu son filmiyle estetik anlayışını, cesaretini ve ustalığını iyice sivriltiyor. Onun gibileri her yeni filmini merakla bekleyeceğimiz birinci sınıf yönetmenler statüsüne işte böyle filmler sayesinde koyuyoruz.
Osman Danacı
odanac@gmail.com