Krzystof Kieslowski, Roman Polanski, Andrzej Wajda gibi mezunlar vermiş Lódz Film Academy mezunu Polonyalı usta yönetmen Jerzy Skolimowski’nin senaryosunu ve yapımcılığını Ewa Piaskowska ile birlikte üstlendiği Essential Killing, bir Afgan militanın Amerikan askerlerince yakalandıktan sonra Avrupa’ya nakli sırasında konvoyun kaza geçirmesiyle kurtulması ve kaçışını işleyen bir film. Doğu Avrupa civarlarında özgürlüğüne kavuşan bu adam, dilini ve coğrafyasını bilmediği karla kaplı vahşi doğada verdiği hayatta kalma mücadelesi sırasında eski hayatını adeta unutarak bu yeni ortamda yeni bir varoluşun peşine düşüyor.
Başına geleceklerden kurtularak nasıl olacağını bilmeden sadece özgür kalmaya çalışan, karşısına çıkan engellerden kurtulmak için zaruri bir öldürme içgüdüsüyle hareket eden, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını da bu tedirgin içgüdüyle gidermeye çalışan Mohammed (filmde bu isim hiç geçmemesine karşın filmin künyesinde öyle geçiyor), vahşi doğada yaşam savaşı veren çaresiz bir hayvana benzerliğiyle dikkat çekiyor. Çöl iklimine alışkın bir Afganın kendisini bir anda soğuk Polonya kırsalında bulmasının getirdiği bu “başlangıç”, özünde bir özgür kalma mücadelesi olsa da, bir yırtıcı hayvanın yakalanıp kafeslenmemek için öldürmesine, yaşamak için çiğ ete ve anne sütüne ihtiyaç duymasına neden oluyor. Sadece canı yandığında sesini duyabilmemiz de, onun bu yeni ortama karşı ne kadar yaralı, çaresiz ve aynı zamanda “bebek” kalışına metafor teşkil edebiliyor. Bu hem savunmasız, hem de tehlikeli (ki her iki durum da bu gibi olağanüstü şartlarda birbirini besleyen unsurlar haline gelebiliyor) karışım, Mohammed’in seçimlerini fazla tartmasını engelliyor. Yakalanma korkusu, artık bir süre sonra tabiata karşı yaşam savaşına dönüşüyor. O noktada da seçimlerin doğruluğu ve yanlışlığını tartmak için ne zaman, ne de vicdan yeterli gelmiyor.
Jerzy Skolimowski’nin dinamik anlatımı, yer yer ustalığını yansıtan görüntü estetiğiyle denge kuruyor. Ama birçok yönüyle sanki yeni bir yönetmenin ilk filmi gibi duruyor ki, ustalığın tanımlarından biri de çıkan örneklere göre zaman zaman budur. Kendisini itinayla popüler sinemadan uzak tutan Vincent Gallo, Venedik Film Festivali’nde kendisine En İyi Erkek Oyuncu ödülü getiren fiziksel dirence bağlı performansıyla tek başına sırtlaması gereken filmi başarıyla taşıyor. Roman Polanski’nin oyuncu eşi Emmanuelle Seigner’ın da küçük bir rolde yer alması filme pek bir artı katmıyor. Yine de yer yer filme yedirilen flashbackler kadar gereksiz de sayılmaz. Çöl ve kar tezatlığı dışında, Avrupa – Ortadoğu tezatlığının ve neden bir Afgan militanın konu edinildiğinin politik gerekçelerini aramak, belki filmi de aşacak bazı yorumlara neden olacaktır. Zaten kendi yurdunda bile insanca yaşanacak bir doğallık bulamayan kaçak bir Afganın, dünyanın bir başka doğusunda bulunan Polonya’da hiç tutunamayacağının gerçekliğinin bilincinde bir tutum sözkonusu diye düşünülebilir. Yine de en azından muhafazakâr bir Amerikalının elinde kolayca propaganda malzemesi olacak bir konudan böyle bir film çıkarmak çok zordur. Mohammed’e uzanan tek yarım elinin bir sağır ve dilsiz kadından gelmesi de anlamlıdır belki. Ama filmin bu tip alt metinlere asılmayıp, sadece insanoğlunun yaşama ve öldürme güdülerininin farklı ortam ve şartlardaki değişkenliğine vurgu yapmak istediğini sanıyorum.
Osman Danacı
odanac@gmail.com