İspanyol yönetmen Iciar Bollain uluslararası alanda çıkış yaptığı Gözlerimi de Al (Te Doy Mis Ojos, 2003) filminde, Pilar ve Antonio’nun ilişkileri üzerinden aile içi iletişimsizlik, şiddet, korku, güvensizlik ve birey olamama durumunu ataerkil bir toplum yapısı üzerinden anlatıyor ve bir ailenin yaşadıklarını toplumun geneline yayarak, derdini katmanlı bir anlatım yapısıyla seyirciye aktarıyordu. Yönetmen, ilk filminde eşlerine şiddet uygulayan erkekler üzerinden ataerkil bir düzene eleştirel yaklaşırken, sonraki filmi Mataharis (2007)’de ise dedektiflik yapan orta yaşlı üç kadın karakter üzerinden modern toplumun olumsuz anlamda dönüştürücü gücünü açık ediyordu. Başkalarının hayatlarını izlemelerine rağmen, kendi hayatlarına uzak olan kadınların evliliklerinde yaşadıkları sorunlar, kadının toplumdaki yeri ve modern iş hayatının ilişkilere olumsuz etkileri masaya yatırılıyordu. Bollain son filminde ise, kapitalizmi ve şekil değiştirse de eskisi gibi varlığını koruyan sömürgecilik düzenini merkezine alıyor.
Yağmuru Bile (También la Lluvia, 2010) filminde, İspanya’nın Madrid kentinden Bolivya’daki Cochabamba’ya gelerek burada, İspanya ordusuna isyan eden yerli şefi Hatuey’in 1511’de Küba Adası’nda yakılarak idam edilmesine tanıklık eden papaz Bartolomeo de las Casas’ın gözünden aktarılacak bir film çekmek isteyen bir grup sinemacının öyküsü anlatılıyor. İlk başlarda her şey sinemacılar için iyi gidiyor; sudan ucuza çalışan yerli oyuncular, film setinin kurulmasına yardımcı olan yerel halk, ucuz maliyet, hükümet desteği… Fakat zamanla yörede suyun özelleştirilmesinden dolayı yerel halk isyan ediyor ve isyanlar büyüyerek devam ediyor. İş, halkla ordunun çatışmasına kadar gidiyor.
Film içindeki filmde görkemli İspanya Krallığı’na tanık olduğu katliamlardan sonra küçücük kilisesinden isyan bayrağını çeken bir papazın gözüpekliği ve adalet arayışı, Sebastian’ın filmi için ilham kaynağı olurken; gerçek hayatta yaşanan benzeri olaya bütün set ekibi gözünü kapatmakta tereddüt etmiyor. Yapılan işle yaşanan hayat arasındaki tezatlık, öte yanıyla da modern kolonyalizmin kapitalizmle koşutluğunu ortaya koymak açısından filmde önemli bir yer teşkil ediyor. Marksist bir okumayla bu süreci yorumlayan ve modern kolonyalizmin kapitalizmle koşut bir şekilde gelişmesini, kolonyalizmin Batı Avrupa’da kapitalizmin kuruluşuna tanıklık etmesiyle açıklayan Ania Loomba, sürecin işleyişini şu şekilde yorumluyor: “Modern kolonyalizm fethettiği ülkelerden haraç, mal ve zenginlik toplamaktan daha fazlasını yaptı –fethettiği ülkelerin ekonomilerini yeniden yapılandırdı, kendi ekonomileriyle karmaşık ilişkiler içerisine soktu, böylelikle kolonileştirilmiş ülkeler ile kolonileştirenler arasında insan ve doğa kaynakları akışı başladı.” (1) Cochabamba’daki olayda da geçmişten günümüze devam eden bu karmaşık düzenin sonuçlarına tanıklık ediyoruz. Devlet kendisi işletemediği için yöredeki suyu özelleştirerek işletmesini uluslararası firmalara devrederken, öte yandan özelleştirme yoluyla kendi ekonomisini de bu şirketlere bağımlı kılarak, kolonyalist düzenin çarkına dâhil oluyor. Eskiden İspanya Krallığı ordularla yerli halkı köleleştirip buradaki doğal zenginliklere el koyarken, günümüzde bu düzen ekonomik uygulamalar aracılığıyla gerçekleştiriliyor.
Yönetmen Bollain’in filmdeki en büyük başarısı, eski düzenle yeni düzen arasındaki bağlantıyı film içinde film trüğüyle paralel kurgulaması değil tabii ki. Tıpkı Gözlerimi de Al ve Mataharis filmlerinde olduğu gibi Bollain son filminde de bizim mesafeli bir şekilde sempati duyduğumuz “ezilen” ve “sömürülen” ile olan ilişkimizi sorgulamamızı sağlıyor. Olayların içine dâhil değilken, modernizmin sağladığı konforlu bir yaşamı sürerken ezilenden yana tavır alan ve kapitalizme karşı mücadeleyi ilham verici bulan bireylerin bu mücadelenin göbeğinde yaşadığı şaşkınlık ve çaresizlik hali aslında ortaya konan. Sebastian’ın süreç boyunca sadece filmini bitirmekle uğraşması ve dışarıdaki isyanın çektiği filmdeki papazın isyanına benzer yanlarını görememesi bir anlamda Bollain’in eleştirel yaklaşımının da odak noktasını teşkil ediyor.
Bollain bahsi geçen üç filmde de temel olarak kapitalizmin bireylere etkileri üzerine yoğunlaşarak; kapitalizmin insan ilişkilerinde yarattığı kırılmalara ve bu düzen içinde çaresiz kalan bireyin acziyetine kamerasını uzatıyor. Gözlerimi de Al’da ataerkil bir toplum yapısı üzerine inşa edilen kapitalist sistemin iletişimsizlik temelinde şiddeti bir ifade aracına dönüştürmesini trajik bir şekilde anlatan yönetmen, Mataharis’te çalışma yaşamının aile üzerindeki olumsuz etkisine ve toplumsal yaşamdaki kırılmaya dikkat çekerken, Yağmuru Bile’de ise geçmişten günümüze kolonyalizmin dönüşerek devam ettiği mesajını veriyor. Bunun karşısında çaresizlik içinde kalan bireyin durumunu ortaya koyarak, belki de bizleri papaz Bartolomeo de las Casas gibi gördüklerimiz karşısında isyan etmeye davet ediyor.
Kaynakça:
(1) Ania Loomba, Kolonyalizm Postkolonyalizm, Çeviren: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 21
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com