Bir yazar olan Jeanne (Sophie Marceau), evinde bazı şeylerin değiştiğini fark eder. Bedeninde de farklılıklar vardır ama etrafında hiç kimse bunları görmez. Ailesi, yeni kitabını bitirmeye çalışırken duyduğu gerilimin bu korkulara neden olduğunu söyler ve Jeanne’ı dikkate almaz. Oysa daha derinlerde, huzursuz edici bir şeyler olmaktadır. Annesinin evinde gördüğü bir fotoğrafın izinde İtalya’ya giden Jeanne, burada bir kadının peşine düşer ve bu kadına dönüştüğünü fark eder. Gerçek kimliğinin sırrı sonunda açığa çıkacaktır.
İlginç bir konuya, Sophie Marceau ve Monica Bellucci gibi iki önemli aktrise, en önemlisi de özellikle 2002 tarihli kendi yazıp yönettiği Dans ma peau ile çok beğendiğim, bu yüzden yeni filmini de merakla beklediğim Marina de Van’ın imzasına sahip olan Ne te retourne pas (İngilizce adıyla Don’t Look Back, gösterime girdiğinde ilk kez adam gibi çevrilmiş bizdeki adıyla Dönüşüm), ne yazık ki bende hayalkırıklığı yarattı. Kendisinin Dans ma peau’da yarattığı özgün, karanlık, ürkütücü (hatta korkutucu!) psikolojik gerilim havasının yerini, daha mainstream bir anlatım almış ki, birtakım yönlerden sıkıcı Hollywood yeniden çevrimlerini bile anımsattı diyebilirim. Aslında başlarda fena değildi. Özellikle Sophie Marceau olarak izlediğimiz Jeanne’ın garip sanrıları, davranışları ve biçim değiştirmeleri belli bir çıtanın altına düşmeyecek gizem + gerilim yaratmayı başarıyor. Ancak ne zaman ki Jeanne, Monica Bellucci’ye dönüşmeye başlıyor, işte film benim için aksamaya, aksırmaya, tıksırmaya başlıyor.
Filmin konu ve gidişat yönünden aksaması, oyuncu performaslarıyla parallel olarak ilerliyor sanki. Jeanne’ın dönüşme sürecinde Marceau performans olarak daha başarılı. Ama dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Bellucci, aynı güzelliği filmin kendine düşen payında yaşatamıyor ne yazık ki. Bu da filmin İtalya’da geçen kısımlarını çok sıkıcı hâle getiriyor. Marina de Van’ın kadına, kadın bedenine ve onunla bağlantılı olarak kadın ruhuna olan sıradışı fikirleri, Dans ma peau’nun sarsıcı tuhaflığıyla kendi dramatik bileşenlerini de zorlanmadan taşıyabiliyordu. Oysa Ne te retourne pas, ilk başlarda yakaladığı gerilim ve bilinmezlik duygularını dramatize etmede çok zorlanıyor. Üstelik bunun için kastığını da çok belli ediyor. Tüm tuhaflığına rağmen, Dans ma peau, bu filme göre bana daha gerçek görünmekte ki, Ne te retourne pas’nın kendi fantastik kurgusu dahilinde yarattığı mantık hataları da dahil olmak üzere, hiç de inandırıcı ve sürpriz gelmeyen dramatik açıklaması, sağlam temeller üzerinde durmuyor. Bu haliyle Hollywood’n ilgisini çeker mi bilinmez. Ama hazır sıkıcı bir orijinali varken, yeni ve sıkıcı bir yeniden çevrime gerek yok kanımca.
Osman Danacı
odanac@gmail.com