Eşi Shel ve oğlu Sam ile birlikte yaşayan Jay’in, Gal ve kız arkadaşı Fiona’yı davet ettikleri uzun akşam yemeği bölümüyle açılan film, esas meselesine girmekte fazla aceleci davranmadığı için sıkıcı olabilse de, o bölümdeki gerginliğe güçlü oyunculuklar sayesinde tempo kazandırabiliyor. Jay ve Gal’in bir rahip, bir kütüphaneci ve bir parlamento üyesinden oluşan ölüm listesini almalarıyla film başlıyor ve şiddet dozu bir anda artıyor. Son yarım saat ise bambaşka bir şeye dönüşüyor ki, aslında tam olarak ne tür bir film izlediğimizi anlamakta güçlük çekebiliyoruz. Neden ölüm listesine girdiği bilinmeyen kurbanların Jay’e karşı tutumlarındaki tüyler ürperten tuhaflık, gizemli patron, ürkütücü yüz ifadesiyle Fiona, Jay’in meçhul Kiev geçmişi, trajik bir sonla pat diye biten garip final ve daha satır aralarından çıkarılabilecek pekçok ayrıntı/soru birbirini kovalıyor.
Filmi Amy Jump ile birlikte yazan ve kendisi yöneten Ben Wheatley’nin böyle bir yazım/yönetim gerçekleştirirken çeşitli kaynaklardan beslendiği muhakkak. Belki fazla iddialı olacak ama ilk aklıma gelenlerden biri Kubrick’in ölmeden önce çektiği Eyes Wide Shut’taki bir evliliğin basit anatomisinden epik bir ritüele dönüşümünde izlenen ilginç yol oldu. Elbette Kill List’in bu klâsikten hem konu, hem de biçim olarak keskin çizgilerle ayrıldığı yönler oldukça fazla. Ancak filmin seyircinin kucağına bıraktığı bazı soruların düşündürücü yanı, Kubrick’in izinden gitmeye yeltenen bir sinemacının garip puzzle merakından ipuçları vermiyor değil. Özellikle üç başrol oyuncusu olan Neil Maskell, Michael Smiley ve MyAnna Buring’in performansları da filmin diken üstü ruh halini yaratan en büyük etkenlerden. Hakkında düzülen methiyelerin abartıya kaçmasını tipik bir pazarlama taktiği olarak görmek gerek. Yine de soğuk, kapalı, garip gibi sıfatların hakkını veren bir film Kill List.