Ana sayfa 2010'lar 2010 The Tourist

The Tourist

1748
0


Jérôme Salle’ın yazıp yönettiği 2005 tarihli Fransız yapımı Anthony Zimmer’ın yeniden çevrimi olan The Tourist, başrollerinde Johnny Depp ve Angelina Jolie olduğu duyulunca geri kalan her şeyin unutulduğu bir film olarak milyonların sabırsızlıkla beklediği bir film oldu. Oysa filmin yönetmeni The Lives Of Others ile 2007’de En İyi Yabancı Film Oscar’ı kazanmış Alman yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck, senaryoda onunla birlikte adı geçenlerden biri de 1996’da tek başına yazdığı The Usual Suspect senaryosuyla En İyi Senaryo Oscar’ı kazanmış olan Christopher McQuarrie’dı. Ne var ki bu müthiş kadronun Anthony Zimmer gibi kıytırık bir Fransız remake’i için bir araya gelmiş olması çok acı. Öte yandan Donnersmarck, ödül aldığı 2007’den beri tembellik edip hiç film çekmemişti. McQuarrie’ın da The Usual Suspect’ten bu yana iyi bir senaryosunu görmedim. İkisi de paslanmış. Gerçi Donnersmarck, teknik olarak yönetmenlik kabiliyetinden fazla bir şey kaybetmemiş. Ama ne Depp’ten, ne de Jolie’den iyi verim almayı becerememiş. Muhtemelen onlara ya söz geçirememiştir ya da “bunlar zaten cümle âlemin bildiği oyuncular, onlara ilkokul piyesi de oynatsam izlenir” diye fazla kasmamıştır. Çünkü bu ikili yönünden bakıldığında ortada aktörlük diye bir şey göremedim ben. Ele avuca gelir bir senaryo olmaması da onlar için hem arkasına sığınılacak bir mazeret, hem de değil.

Filmin konusu, gelişatı, gidişatı, kırılma noktaları, şusu, busu ikinci sınıf bir polisiye entrikadan daha üst düzey değil kesinlikle. Sadece kurnazca göz boyayarak üst düzey olduğu iddiasını dayatma iddiası var o kadar. Dünya çapında milyonlarca hayranı bulunan iki oyuncunun boş bakışlarını veya yapmacık kırıtmalarını izlemek, bu birçok hayran için filmin neyi nasıl anlattığından daha önemli. Angelina Jolie’nin bu filmde giydiği kıyafetlerden sipariş veren, reklâmı yapılan Grete, Regina, Danieli gibi otellerde konaklamak için rezervasyon yaptıran burjuvaziye çanak tutmak da böyle filmlerin gizli amaçlarından biri. Çanak tutulmuyor, reklâm yaparak özendirmiyor savunusuyla beraber, sadece hiç gidemeyeceğimiz, göremeyeceğimiz, kalamayacağımız yerlere bizi götürmesi bile yeter diye düşünenler de vardır.

Bana göre The Tourist bir sinema filminden önce başrolünde iki yıldızın rol aldığı uzun bir reklâm filmi. Bu iki yıldız için sağılacak kocaman bir inek. Dünyaca ünlü ve pahalı büyük bir mağazanın vitrini. Donnersmarck ve McQuarrie ikilisinin bu filme alet olmaları diye bir şey söylenebilir mi bilemiyorum. Ama aletleri kullananlar zaten bizzat kendileri. Filmin başından itibaren anlaşılan finalin sözde sürprizi, gelmiş geçmiş en sürpriz finallerden birine sahip The Usual Suspects diye bir polisiye başyapıt yazmış olan McQuarrie’ın bir şakası değilse eğer, bu adam seyirciyi hâlâ istediği gibi manipüle edebileceği gibi yanlış bir fikirde takılmış kalmış anlaşılan. Yani neresine baksam bir sürü eleştiri yazabileceğim bir film The Tourist. Usta müzisyen James Newton Howard’ın alâkasız sahnelerde bile hiç susmayan müziği de buna dahil.

Tıpkı James Mangold’un Tom Cruise ve Cameron Diaz’a kısa bir Avrupa turu yaptırdığı Knight and Day gibi, The Tourist de tamamen gişeyi hedef almış son derece sıradan bir film. Kırk yılda bir biraraya gelebilecek kadrosuna rağmen hani neredeyse sırf Venedik görüntüleriyle filmi kurtarmaya çalışma girişimleri vardı. Oldum olası kadın moda dergilerinden veya dekorasyon kataloglarından çıkma mekan/kıyafet tasarımlarının zorla göze sokulduğu filmlerden hoşlanmadım. Belki birkaç istisna vardır. Yaratılan bu aşırı elit havanın, popüler ötesi başrol oyuncularının, klişe bir konunun neticesinde ortaya çıkan filmin daha fragmanlarından ne mal olduğunu anlamak zor değil. Buna rağmen izledik, izliyoruz, izleyeceğiz. Çünkü sistem, mutlaka kendine özgü senaryo/yönetim/oyunculuk sunmuş isimleri cezp edici rakamlarla kandırmayı bilecektir.

Bence bütün iş, kendini bir şekilde ispatlamış dişli bir yönetmenin (ki büyük ihtimalle senaryoya da ortak olmuş veya fikir beyan etmiş bir yönetmendir) daha prodüksyon öncesinde önlemini alması, sanatını konuşturacağı bir film olup olmadığına inanmasında bitiyor. Örneğin Iñárritu, Babel’de Brad Pitt ve Cate Blanchett gibi iki gözde ismi bir araya getirmiş, ama onları filminin merkezine koymayıp filmin konusunun özüne ve sanatına katık etmiş bir yönetmenlik örneği sunmuştu. Demek ki henüz The Lives Of Others’tan başka büyük bir başarısı bulunmayan Donnersmarck o kadar dişli değilmiş. Tez zamanda titreyip kendine gelmesi, yazacağı etkili senaryolarla önce kendi ülke sinemasının nimetlerinden faydalanan bir sinema vizyonu edinmesi gerekiyor.

Osman Danacı
odanac@gmail.com

Önceki makale4. Altın Bamya Ödülleri Adayları Belli Oldu
Sonraki makaleCan Filmi Sundance’ta Jüri Özel Ödülü Kazandı
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here