Ana sayfa 2010'lar 2011 Tinker Tailor Soldier Spy

Tinker Tailor Soldier Spy

1630
0


Macaristan’da gerçekleşen başarısız bir operasyon sonrası zoraki olarak emekli edilen İngiliz ajan George Smiley (Gary Oldman), hükümet tarafından gizlice tekrar görevlendirilir. Zira İngiliz Gizli İstihbarat Servisi MI-6’nın içinde Sovyetler Birliği için çalışan bir köstebek olduğu şüphesi hakimdir. Böylece istihbarat örgütü içindeki iç çatışmalar, hesaplaşmalar, entrikalar, devletlerarası değiş-tokuşlar ve stratejiler birbirini izler. Smiley kendi ekibini kurup köstebeğin peşine düşer ve adım adım şaşırtıcı gerçeklere doğru ilerlemeye başlar.

Daha önce The Spy Who Came In From The Cold, The Russia House, The Tailor Of Panama, The Constant Gardener gibi romanları da filme alınan John le Carré’ın klâsik romanı Tinker Tailor Soldier Spy, 1979’da 7 bölümlük TV serisi olarak çekilmiş, ülkemizde de “Köstebek” adıyla gösterilmişti. Uzun metraj haline gelmesi ise 2011’i buldu. Böylece roman – dizi – film üçlemesi tamamlanmış oldu. Peki ortada bu dallara ilham vererek uyarlanabilecek bir malzeme var mı sahiden? Özellikle 80’leri düşünürsek John le Carré romanı hem katmanlı casus öyküsü, hem de aralara serpiştirilmiş dramatik karakterizasyonlarıyla bu ilhama yeterince sahip. Ama günümüze iki saatlik bir sinema filmi olarak uyarlanırken kendisini bazı sıkıntılar beklemiyor değil.

Bir kere romanın ve dizinin geniş tabanlı konuşlanışından farklı olarak bazı detaylar atlanacak ya da hızlandırılmış biçimde işlenecek. Bu da filmin gövdesinden bazı dalların kesilmesine neden olacak. Romanı ve diziyi bilen kitle için bunlar sorun gibi gözükebilir. Roman ve diziye bulaşmamış, ilk kez bu mecraya girecek olanlar için ise günümüz teknolojisinden faydalanan ajan aksiyonlarından hem dönem, hem de bu bağlamda tavır olarak farklı bir film. Ama dönemin de getirdiği bazı modası geçmişlik yorumlarına rağmen kesinlikle modern ve çarpıcı bir köşe kapmaca. Üstelik istihbarat kaynaklı benzer entrikaların zamansızlığı göz önüne alındığında tazeliğini her dönem koruyan bir yapıda. Kaldı ki, “modası geçmiş” eleştirisi bile özellikle Soğuk Savaş’ın kasvetli günlerinde geçen casus filmleriyle duygusal bir bağa sahip çoğu sinefil için bu devirde çok zor bulunan bir nimetin habercisi.

Tinker Tailor Soldier Spy, çok mühim senaryo kariyerleri olmayan Bridget O’Connor ve Peter Straughan ikilisinin elinde (diziyi de baz alırsak) kuşa dönmemiş bir vaziyette. Sakin temposuna rağmen bazı hızlı geçişler çok fazla rahatsız edici boyutlarda sayılmaz. Ayrıca filmin en önemli kozlarından biri de bu sakin temponun içine yerleştirilmiş gerilim tohumları ki, işte o noktada romanın ve dizinin birtakım duyguları tam iletkenlik göstermeyebiliyor. Daha çok köstebeğin kim olduğuna ve motivasyonlarına dair yaratılan gizem hâlesinin her sahneye sinmiş bilinmezliğine odaklanmamız gerektiğine programlanmış vaziyette izliyoruz. Oysa bir süre sonra köstebek gerçeğiyle filmin ne anlatmak istediğini tribünlere oynayan şok sahnelerle değil, yavaş yavaş anlatmaya çalıştığını anlıyoruz. Bu da geçmişi çok sağlam olan bir hikâye için küçümsenecek veya kolaycılıkla suçlanacak bir tavır sayılmaz.

2008’de çektiği Låt den Rätte Komma In ile adını çok daha geniş kitlelere duyuran İsveçli yönetmen Tomas Alfredson, roman ve dizinin yarattığı kült doku ve müthiş oyuncu kadrosuyla beraber filmin en büyük kozlarından biri. Soğuk Savaş’ın soğuk tonlarını başarıyla kullanarak atmosfer yarattığı gibi, örneğin Ricki Tarr’ın İstanbul macerasındaki gibi daha farklı atmosferlere de kapılarını açık tutuyor. Flashback ve şimdiki zaman arasında gidip gelen hınzır kurgu, seyirciye hangi sahne hangi zaman dilimine ait gibi gereksiz açıklamalarda bulunmaya çalışmıyor. Böylece casus filmlerinin genlerinde bulunan karmaşık olaylar yumağının yarattığı bulmacayla atalarının izinden gittiğinin altını çiziyor. Alfredson’un Låt den Rätte Komma In’de de beraber çalıştığı İsviçreli görüntü yönetmeni Hoyte Van Hoytema’nın katkıları da bu alt çizmede önemli pay sahibi.

Oyuncu kadrosu hakkında söylenecek pek fazla şey yok. Dizide usta aktör Alec Guinness’in hayat verdiği veteran ajan George Smiley’i filmde yine bir başka usta Gary Oldman canlandırıyor. Çok sivrilen bir oyun sergilememesine rağmen, duruşunun bile yettiği sakin performansında yer yer iç patlamalar yaşadığını da hissettirme tecrübesine şahit oluyoruz. Colin Firth yine elegant ve gizemli, John Hurt yine huysuz ihtiyar, Mark Strong (iç çatışmaları finalde daha iyi anlaşılarak) yine tekinsiz, Tom Hardy yine bukalemun misali kalıbına girdiği rolü yaşayan karakterlere hayat veriyorlar. Bu kadar sağlam oyuncu içinde Sherlock dizisiyle daha çok tanınmaya başlayan Benedict Cumberbatch’ın performansı da varlığını hissettirmeyi başarıyor.

Finalde birçok şey aydınlığa kavuştuktan sonra, filmin o kasvetli istihbarat entrikalarının arasında geri plânda kalan insani duyguların, bağlılık ve aşkın öne çıkarıldığı, bazı dizi bölümlerinin sonunda güzel bir şarkıyla klipleştiren duygusal kurguya benzer slideshow, filmin potansiyel imajını dengeli biçimde yumuşatıyor. Üstelik film içinde sık sık verilen bazı taşların oturacağı yerleri de işaret eder nitelikte geri dönüş isteği de uyandırıyor. O klipte seçilen şarkının Julio Iglesias’tan La Mer olarak seçilmesi de ayrıca orijinal olmuş. Filmin genel müzikleri ise soyadı benzerliğine sahip başarılı müzisyen Alberto Iglesias’a ait. Tinker Tailor Soldier Spy genel anlamda romanın ve dizinin bıraktığı mirası çarçur etmemiş, dayandığı temellerden yeni ve sağlam bir bina inşa edebilmiş bir film. Açığa çıkan sürprizlerine rağmen yine romana ve diziye geri dönme isteği uyandırma ihtimali de kuvvetli denebilir.

Osman Danacı
odanac@gmail.com

Önceki makalePress Filmi Tütün Deposu’nda Gösteriliyor
Sonraki makaleTake Shelter
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here