Not: ‘Hypernormalisation’ kavramı Adam Curtis tarafından filmde şöyle tanımlanıyor:
“Sovyetler Birliği’ni yönetenler, yeni bir sosyalist toplumu planlayıp işletebileceklerine inandılar. Ama her şeyi kontrol etmenin ve öngörmenin imkansız olduğunu keşfettiler ve planları kontrolden çıktı. Ama teknokratlar bunu ortaya koymak yerine her şeyin plana uygun gidiyormuş gibi davrandılar. Buradan ortaya çıkan ise toplumun sahte bir versiyonu oldu. Sovyetler Birliği, herkesin liderlerin söylediklerinin gerçek olmadığını bildiği bir topluma dönüştü. Çünkü ekonominin çökmekte olduğunu gözleriyle görüyorlardı. Fakat herkes buna eşlik ederek ve -mış gibi yaparak bu versiyon gerçekmiş gibi davrandı çünkü kimse bir alternatif hayal edemiyordu. Sovyet bir yazar bu durumu ‘hipernormalizasyon’ olarak adlandırdı. Sistemin o kadar parçasıydınız ki, ötesini göremiyordunuz. Sahtelik hipernormaldi.”
Hypernormalisation, 1970’lerden günümüzde süregelen siyasi ve kültürel dönüşümlerin bir “sahte-dünya” algısı yarattığını; başlıca siyasi aktörler, toplumsal hareketler veya atomize bireylerin iktidar ilişkilerini veya güncel dünyayı gerçekten anlayıp kendi amaçları uğrunda dönüştürebilecek bir noktadan çok uzaklaştığı iddiasını ortaya atıyor. Dünyanın sahte görüntüsüne inanmanın bir yandan politik bir geri çekilme bir yandan da konforlu bir yaşama biat etme anlamı taşıdığını ispatlamaya çalışıyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çağımıza “postmodern dönem” teşhisi koyan pek çok yazarla ortaklaştığı fikirler olsa da Curtis’in iddiası ve bunu dayandırdığı tarihsel dönemeçler (Curtis anlatıları için merkezi bir kavram) kendinden önce pek bu şekilde birbirine eklemlenmemiş bir hikaye örgüsü oluşturuyor. Öyle bir hikaye örgüsü ki, ilk yarım saatindeki tarih kurgusunda söz edilen kişi/kurum/olayların kabaca listesi şöyle bir eklektizmi müjdeliyor.
- New York’un 1975’de finansal krizi ve Donald Trump’ın devlet desteğiyle şehri nüfuzuna alışı
- Patti Smith ve 70’ler feminist performans sanatçısı Martha Nosler’in bir video-art çalışması üzerinden sol gençlik hareketinin içine ve sanatına kapanışı
- Henry Kissinger ve Hafız Esad merkeziyle soğuk savaş ve nükleer stratejilerin ürettiği fikirlerle şekillenen ve gerilen ABD-Suriye ilişkileri ve Filistin’li göçmenler
- Sovyetler’de sosyalist rüyanın çöküşü, “hipernormalizasyon” teşhisi ve sansürlü/muhalif bilim-kurgu yazarı Strugatski kardeşlerin ve Tarkovski’nin yazarların romanından uyarladığı Stalker (1979) filmiyle “iz sürücü”lerin dünyanın sahteliğini keşfedişi
- Reagan ile ABD’nin dünya polisliğine soyunuşu; Filistin kamplarının bombalanması ile birlikte Humeyni’nin dini çerçevesini çizdiği intihar bombacılığının doğuşu…
Bu üçlü arasındaki sürekli sıçrayışlarla Curtis belgesel boyunca olaylar arasında kurduğu nedensellikleri ‘size bilmediğiniz gerçekleri açıklıyorum’ sloganıyla, sanki nesnel analizlermiş gibi anlatıyor. Seyircinin kimine aşina olduğu, kimini ilk defa duyduğu fakat ilgi uyandırıcı bir görsellik ve kurguyla karşı karşıya kaldığı kişi, kurum ve olaylara ilişkin, Curtis kendi yorumunu “asıl gerçek” olarak kabul ettirmeyi deniyor. Belgeselin tarihi boyunca sorunsallaştırımış olan anlatıcının iktidarı problemini önemsemeyen, teşhisi koyma adına oldukça iddialı bir pozisyon alıyor. Fakat kurduğu bağlantılar parça parça işlese de bütündeki tezi işleyemiyor. Örneğin, 11 Eylül saldırılarından önce ABD toplumunda “şehre yukarılardan gelen bir saldırı olacağı” korkusunun yaygınlığını ispatlamak için kurguladığı Hollywood filmleri saldırı sahneleri oldukça ikna edici ve çarpıcı iken Occupy hareketlerinden Arap Baharına halk hareketlerini “ütopyacı internet kullanıcıları”na atfeden sığ okumaları, ana argümanına destek veremediği alt argümanlar olarak kalıyor.
Hypernormalisation kendi içinde barındırdığı, yönetmen tarafından sorunsallaştırılmayan ilginç bir çelişki var. Diğer filmlerinde de olduğu ve kendisi pek çok kez belirttiği gibi Curtis temelde iktidar ilişkilerinin toplumdaki işleyiş mekanizmalarını deşifre etmeye çalışan bir belgeselci. Muktedirlerin aldığı kararların ve ekonomik, siyasi, bilimsel, teknolojik ‘buluşların’ toplumu nasıl dönüştürdüğü, kontrol altına aldığı, aldattığı, yoksullaştırdığı, sindirdiği vb. vakaları uç uca ekliyor. Zaten filmlerini sıkıcılıktan uzaklaştıran, ilgi çekici seyirlikler haline getiren de bu vakaları tozlu raflardan uzun araştırmalarıyla çekip çıkarıp, bilgiç sesiyle hikayeleştirerek anlatmadaki ustalığı. John Nash’in “oyun teorisi”, Judea Pearl’ün yapay zekayı sıçratan ‘bayez modeli’, Lockerbie saldırısı, Tahrir Meydanı toplanmalarını sosyal medyada fitilleyen Google mühendisi Wael Ghonim ve daha onlarca başka örnekte kullandığı “dönemeçler” büyük sonuçlara sebep olan tarihsel anlar Curtis’e göre. Filmde ise, geldiğimiz noktada, sıradan vatandaşların ötesinde, artık iktidarın bile dünyayı anlama ve ona yön vermede yetersiz kaldığı, sermayenin ürettiği otonomlaşmış ekonomik ve teknolojik yapıların kontrolden çıktığını söylüyor. İlk çelişkisi bunu filmin sonuna kadar, sürekli olarak bilinçli muktedir kararlarına yorması. Böylesi bir sahtelik ve bilinmezlik hali, nasıl olur da politik aktörlerin bilinçli tercihlerinin birbiri ardına dizilmesiyle gerçekleşir? O halde, tüm bu aktörlerin aslında hiçbir etkin rolü yok mudur? İkincisi ise, bu ortaya koyduğu dünya tasvirine rağmen, kendisinin dünyanın bu hale nasıl geldiğini madde madde, analitik bir şekilde ortaya koyabileceği bu filmi yapıyor olması. Yıllardır bu olayların içinde yer alan kişilerin anlamlandıramadığı dünya (batı ve onun doğu ile baskıcı ilişkisi olarak okuyun) gerçekliğini, masa başında 3 saatlik bir kurguyla halletmek mümkün müdür? Olmasa gerek ki, filmin o ana kadarki tüm materyallerini Carrie’den sahnelerle karşıtlık yaratma amacıyla bir araya getirerek yaptığı, kafası karışık şiirsel finali, Curtis’in de meseleyi henüz o kadar da net bir şekilde çözemediğini ima ediyor. Bunlara rağmen, bilgilendiriciliği ve seyir zevki oldukça yüksek olan bu filmi eleştirel bakışı olabildiğince aktif tutarak, kendini fazla kaptırmadan, yapay zeka ile taçlandırılmış bir hareketli-tarih gezintisi olarak izlemek tatmin edici bir deneyim.
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com