Juho Kuosmanen’in Mikko Myllylahti ile birlikte gerçek olaylardan esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği The Happiest Day In The Life Of Olli Mäki, benzerine rastlanmayacak türden bir boks filmi. Bu türdeki filmlerden alışık olduğumuz dram yükünü bir yük gibi değil, bir hafifleme yöntemi olarak kullanan Kuosmanen, Olli’nin omuzlarındaki gerginlikle, onun Raija’ya olan naif sevgisini dengede tutarak seyirciye aktarmayı başarıyor. Beyaz perdedeki boksörlerin birey olarak kendilerini ispatlamak, ekonomik ve sınıfsal zorluklarla mücadeleyi kazanmak, ünvan elde etmek gibi çeşitli amaçları olmuştur. Bu yolda karşılaştıkları zorluklar, çalışma aşamaları, nihayet büyük günün gelmesi ve sonunda zafer kazanmak üzerine ezberletilmiş bir senaryo şablonu mevcut. Aşk kavramı da bu karakterlerin hayatında hep ikinci, hatta bazen üçüncü planda kenar süsü gibi kalmıştır. Oysa Olli Mäki, Raija – Olli aşkını bu boksa dair ezber kalabalığından sıyırıp kendi melankolisinde var etmeye çalışan bir film. Başka bir deyişle, boks sporunun ve başarı beklentisinin yarattığı stresin karşısına bu sevimli aşkı koyarak o tezatlık bünyesinde aşkı daha da sivriltiyor.
1962 yılının nostaljisini yansıtmak, aynı zamanda o nostaljiye saf ve temiz bir aşk karakteri kazandırmak için en doğru tercih sayılabilecek siyah beyaz doku, filmi güçlü hale getiren en önemli unsurlardan biri. Renkli çekilmiş olsaydı, hem Finlandiya kırsalında geçen sahnelerin pastoral ruhunu, hem de filmin kalp çalan aşk temasındaki ince hüznü tam yansıtmayabilirdi. En ufak bir gerilim ve denge kaybı içermeyen bu sevgi, asıl gücünü de zaten bu özelliklerinden alıyor. Öyle ki, filmdeki sinema tarihinin en tuhaf evlilik tekliflerinden biri de aslında bu doğal dengenin yansımalarından. Haliyle bu mütevazi filmde aynı mütevazilikte, fakat bir yandan da çok inandırıcı bir aşık profili bulunması gerekir. Hatta bir boksör profilinden daha inandırıcı olmalıdır. İşin o kısmını da çekingen ve saf Olli rolüyle Jarkko Lahti, iç ısıtan gülümsemesi ve güzelliğiyle Raija rolüyle henüz ilk filminde Oona Airola başarıyla hallediyorlar. İkilinin masum, çocuksu ve derinlerde hissedilen tutkulu aşkı, siyah beyaz ambiyansın çekiciliğiyle perdeye çok samimi yansıyor. Film, boks gibi maskülen bir sporun iticiliğine uçurtma uçurarak, bisiklete binerek, dans ederek, en önemlisi de gözlerin içini güldüren bir aşkla cevap veriyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com