Das Finstere Tal, High Noon’dan Unforgiven’a, Il grande silenzio’dan Django’ya uzanan vazgeçilmez bir geleneğin izinden gidiyor. Bir yerleşim birimini baskı altına alıp istediği gibi at oynatan otoriteye karşı tek başına mücadele veren gizemli yabancı figürü her ne kadar sadece western türüne mal edilemese de, o mecrada duruşunu çok daha belirginleştirdiği de kesin. “Vahşi” tabir edilen Batı’dan çıkan bu klasik örneklere karşın o vahşiliğin 1800’lerde Orta Avrupa’da da yatacak yeri olduğuna dair fazla örnekle karşılaşmıyoruz. Das Finstere Tal, konuşulan dil ve bazı sahnelerde kullanılan gereksiz İngilizce şarkılar dışında kökleri eskilere dayanan bu tür ve konuyu yadırgatmadığı gibi, zalim otoriteye karşı sert duruşu sergileme ustalığına da tam manasıyla sahip bir film. Üstelik filmde çeşitli gergin sahnelerle güçlendirilen bu zorbalıklara verilen cevabı kişiselleştirip geçmişten beslenen bir intikamla bütünleştirerek asla eskimeyecek bu temanın çağdaş dokusuna da sahip bir yapım. Gizemli yabancı, karizmatik kötü adam (burada baba Brenner yerine en büyük oğul Hans’tan bahsetmeli), üzerlerindeki baskı yüzünden yıllarca kendilerine yapılanlara sessiz kalmış kasaba halkı, kahramanımızın filmin başlarında bu zulümden payını alması, kanlı final hesaplaşması, bu karlarla kaplı kara western masalını tanıdık kılan özellikler.
Ama gerek bu masalın geçtiği Alpler’in basık lokasyonuyla, gerek konuşulan dille, gerekse bu zulme ortak olan kiliseye gösterdiği tavrıyla çeşitli orijinalliklere sahip film, alışıldık western şablonları üzerinde gösterilecek farklılıkların bu türü nasıl çeşitlendirebildiğine bir örnek. Sorun, bir western’in ne anlattığından ziyade, nasıl anlattığı ise Das Finstere Tal, kendini üste çıkaracak özelliklere sahip filmlerden biri. Western hamurunda bulunan “vahşi” unsurları otorite boşluğundan faydalanan güçlü bir aileyle, hatta tek otorite olan kiliseyle dile getiren, bununla beraber o otoriteye öfke yüklü bir intikam motivasyonu yüklenmiş tek tabanca (daha doğrusu tüfek) kahramanıyla karşılık veren film, bu dişe diş bağlılığıyla western gönüllerini fethetmede hiç zorlanmayacaktır. Brennerlar’ın kasaba halkına olduğu gibi seyirciye verdiği korkunun, Greider’ın seyirciye verdiği güvenle kapışmasını izlemek, buradaki gibi iyi anlatıldığı sürece yıllar geçse de o gönülleri fethetmeye devam edecektir.
Bir roman uyarlaması olarak Das Finstere Tal, bir roman potansiyeline sahip sayılmaz. Ama harika bir western filmi potansiyeli var. Andreas Prochaska da görüntü yönetmeni Thomas W. Kiennast yardımıyla bu potansiyeli çok iyi kullanıyor. Nefis görüntüler sadece masalsı bir hava yaratmak için birer fotoğraf olmanın ötesine geçip, filmin huzur arayan gerilim atmosferine katkı sağlıyor. Avusturya / Almanya ortak yapımı filmin başrolünde İngiliz aktör Sam Riley yer alıyor. Özellikle Joy Division solisti Ian Curtis’i canlandırdığı Control filmiyle hatırlanan oyuncu, uzun cümleler kurmamak suretiyle Almanca konuşmasıyla filme yabancı kalmayıp, Greider’ı olması gerektiği gibi bir western iyi adamı olarak dolduruyor. Onun yanında Hans Brenner rolüyle Avusturyalı tecrübeli aktör Tobias Moretti müthiş bir kötü adam karizması yaratıyor. Genç oyuncu Paula Beer, bu masalın anlatıcısı Luzi olarak filmin erkek egemen yapısında farklı bir alan yaratıyor. Kasabalı halkın portrelerinden derlenen cast akışı da son yılların en yaratıcı bitiş jeneriklerinden birisi. Avusturya’nın 2014 Oscar aday adayı Das Finstere Tal, son yılların western adına yapılmış en iyi filmlerinden biri olduğu kadar, 2014’ün de en iyilerinden biri. Üstelik türü dahilinde çok ayrıksı kalmadan, banal sürprizlerle tribünlere oynamadan, konu sadeliğini biçim estetiği ve western hiddetiyle bütünleştirebildiği için öyle. Anlatıcı Luzi’nin de dediği gibi: “Sonunda her şey olması gerektiği gibiydi.”
Osman Danacı
odanac@gmail.com