Konsere Dead Kennedys coverı Nazi Punks Fuck Off ile başlayan The Ain’t Rights’ın başının önce bu şarkı yüzünden belaya gireceğini sanıyoruz. Bu manada oluşacak eleştirel ırkçı bakış açısını pas geçip, doğrudan cinayet tanıklığı üzerinden bir bela belirleyen Jeremy Saulnier, sevimli grup üyelerini bir anda canının derdine düşmüş gençler haline getirerek ve onları dışarıda bekleyen tehlikeye birer birer kurban ederek filmini bir slasher kalıbına sokuyor. Hatta bu dört kişiye, arkadaşının öldürülme anında odada bulunan Amber’ı da katarak, hatta çok önemli bir konuma koyarak fark oluşturmak istiyor. Ancak ne gençlerin çete tarafından teker teker harcanmasına, ne de kalanların intikam duygularına tam manasıyla ortak olmak mümkün olmuyor. Yarım yamalak ortak olmamızın sebebi ise, Saulnier’in Blue Ruin’de de gösterdiği doğal şiddet anlayışının yansıdığı birtakım sahneler ve genç oyuncular Anton Yelchin ve Imogen Poots’un az da olsa sivrilen performansları. Özellikle 19 Haziran’da 27 yaşında kaza sonucu hayata veda eden Anton Yelchin’i izlemek hüzün vericiydi. Bunun yanında tecrübeli aktör Patrick Stewart ve Blue Ruin’deki başrol performansıyla hatırlanan Macon Blair’i de görmek filmi cast yönünden belli bir çıtanın üstünde tutuyor. Herşeye rağmen Jeremy Saulnier takip edilesi indie sinemacılar arasındaki yerini koruyor. Tabii ki çok daha iyi olabilirdi. Fakat Toronto Film Festivali’nin Midnight Madness kuşağında üçüncülük ödülü alması bile birşeydir denerek izlenebilir. Bir de Yelchin’in canlandırdığı Pat’in ıssız ada grubunu öğrenemedik, ona üzüldüm. Benim tahminim Creedence Clearwater Revival olduğu yönünde.
Osman Danacı
odanac@gmail.com