Demografik yapının tarih boyunca değiştiği Ortadoğu ve Balkan coğrafyası, sürgün hikâyelerine çok aşina. Djam özellikle sürgün, göçmenlik, vatan-vatansızlık ve çok kültürlülük gibi olguları düşündüren bir film. Biraz da çekildiği dönem itibariyle, Ege’de neredeyse her gün savaştan kaçan teknelerde batan onlarca insanın hikâyesine de vurgu yapıyor. Şöyle bir baktığımızda Djam, Avril, Kakourgos ve Pano (Kimon Kouris) gibi karakterler hep sürgünde olma durumunu yansıtıyorlar. Pano demişken, filmde kendisiyle karşılaştığımız her iki sahnede de müthiş bir oyunculuk sergilediğini ifade etmeden olmaz. Özellikle isyan ederek “beni ayakta gömün” diye defalarca bağırıp kendi mezarını kazdığı sahne vahşi kapitalizmin insanları getirebileceği noktayı açık bir biçimde özetliyor. Filmde en akılda kalıcı anların “yüzleşmelerin” yaşandığı anlar olduğunu söylemek mümkün. Djam’in benzinlik tuvaletinde kendisiyle yüzleşmesi, Avril’in kıyıdaki tekne ve botları gördüğünde hissettikleri ve Kakourgos’un Djam’e annesini anlattığı anlar oldukça dramatik.
Gatlif yine bir sürgün hikâyesini yol filmi üzerinden anlatmış. Aslında her zaman mesele edindiği şeyleri bu defa günümüz olaylarını arka plana alarak ifade etme yolunu seçmiş. Her türlü zorluğu dans ve müzikle karşılayan insanların hikâyesi bir anlamda Djam. Bu yönüyle de her ne olursa olsun umudu korumayı bize hatırlatıyor. Genç oyuncu Patakia, rolüyle bütünleşmiş Abkarian, kısa ama vurucu performansıyla Kouris ve rolünü iyi kotaran Cayon filme oldukça değer katmış. Eklemeden geçemeyeceğim, filmi izledikten sonra defalarca müzikleri dinledim. Bu coğrafyadaki hepimize çok tanıdık gelen, “içimizdeki sürgünün” çaldığı ve söylediği şarkılar. Hepimizin “şarkımızı söyleyebilmemiz” dileğiyle.
Erdem Korkmaz
beatontheroad@gmail.com
teşekkürler..
çok güzel olmuş teşekkürler