Lukas Dhont’un okuduğu haber, aslında filmin finalindeki trajik olaya istinaden yazılmış olsa da, Dhont bu olayın öncesini kendi kurmaca hikayesiyle şekillendiriyor ve kamerasını adeta Lara’ya kilitliyor. Bazı benzer yapımlarda tanık olduğumuz üzere gerçek cinsiyetini gizleyen, bu gerçeğin ortaya çıkıp çıkmaması yönünde seyirciyi diken üstünde tutacak bir gerilim üzerine konmuş bir trans birey yok bu defa. Filmdeki herkes Lara’nın erkek bedenine sahip olduğunu biliyor. Bu sayede birçok klişeyi bertaraf eden Dhont, onun hormon tedavisine, aynı zamanda dans okulunda aldığı bale derslerine başladığı döneme odaklanıyor. Taksi şoförlüğü yapan babası Mathias her zaman ona destek oluyor. Okuldaki arkadaşları tarafından (bir partide kızların onun penisini görmek istedikleri sahne dışında) zorbalığa uğramıyor. Akrabaları onu ergen bir kız olarak görüyorlar. Böylesine sorunsuz bir çevre düzeni sağlayan Dhont, erkek bedeninde, üstelik bale gibi zor bir aktivite ile başarılı olmaya çalışan bir kızın hikayesini anlatmaya yönelik meydan okuması yetmiyormuş gibi, kendini bu derece klişelerden arındırması da bir nevi çılgınlık. Ayrıca Lara, sağlıklı olmayan şekilde gizlediği penisi dışında gerçekten çok güzel ve alımlı bir kız bedenine sahip olmasından bile tam anlamıyla mutlu değil. Yani Dhont, filminin dramatik açmazlarını dış etmenlerde değil, tamamen Lara’nın kendi bedensel memnuniyetsizliğinde arıyor.
Hormon tedavisi, ergenliği nedeniyle yaşadığı fiziksel değişimler ve buna bağlı olarak bu değişimleri yavaşlatmak için kullanmak zorunda olduğu ilaçlar nedeniyle yavaş yavaş psikolojik zorluklar da yaşamaya başlayan Lara, bir an önce tam anlamıyla kız olmak istiyor. Ama bu tedavinin umduğu kadar çabuk sonuçlanmayacağını, olası komplikasyonları da düşündükçe, bu acelesi hem zaman zaman diğer kızlara ayak uydurmakta zorlandığı dansına, hem de henüz sahip olamadığı cinsel hayatına olumsuz yansıyor. Dans ederken ayakları yara bere içinde kalıyor. Asansörde ara sıra karşılaştığı genç komşusunu, bu ihtiyacı ile tanışma girişimleri için kullanıyor. Kendisini her koşulda destekleyen babasını ergenlik tripleriyle zorluyor vesaire. Black Swan’daki balerin Nina’nın bu “öteki” kimliği tarafından ele geçirilmeye başlaması veya Hedwig and The Angry Inch’teki Hedwig’in dişiliğinin önündeki en büyük engel olan “çıkıntısı”na duyduğu öfke ile uzaktan akrabalıkları izleyenin zihinlerine bazen uğruyor, bazen uğramıyor. Lara’nın duymaktan hiç hoşlanmadığı, kendisine doğduğunda konmuş olan Victor isminden kurtulduğu gibi kolay kurtulamayacağını anladığı penisi ile kurduğu sessiz, öfkeli, çileli ilişkiyi çok iyi yansıtan Dhont, onun sessizken bile konuşan türlü yüz ifadelerini senaryosunun sessiz cümleleri olarak yakalamayı ve anlamlandırmayı çok iyi başarıyor.
Lukas Dhont, ülkesinin duayenleri olan Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşlerin sinemasından da etkiler taşıdığı görülen Girl ile karakterini hiçbir suretle sömürmeyen, onun kararlılığını, acemiliğini, ötekiliğini, fiziksel olarak ait olmadığı bir cinsiyetin karşı tarafına duyduğu güçlü aidiyet duygusunu kesinlikle abartmadan, en doğal haliyle perdeye aktarıyor. Tabii bütün bu duygular 2002 doğumlu bir erkek olan Victor Polster’in bedeninden ve yüzünden okunuyor. Sinema dünyası bu güne dek bir sürü trans birey rol gördü. Ama Polster’in Lara yorumu bunların arasında olağanüstü sınıfına dahil edilmesi gereken örneklerden biri. Henüz ilk filminde, hiç de rol yapıyormuş gibi görünmeyen Polster, bedenen olduğu kadar ruhen de Lara’nın bir “kız” oluşunu kutsayan sadeliğe, zarafete, asalete sahip. Metot oyunculuğu gerektirdiği su götürmez son derece zor bir rolün altından da ancak böylesine doğal bir performansla kalkılabilirdi. Belki daha keskin kenarlı, köşeli, trajedili, mesaj kaygılı bir film bekleyenleri tatmin etmeyebilir. Ama Girl, ilerde “Girl”ün yönetmeninin yeni filmi” diye karşılayacağımız yeni Dhont filmlerinin tepesinde yer alacak derecede güçlü bir debut.
Osman Danacı