Dünyanın sanayii devlerinden biri olan Çin’in, sömürülen ucuz iş gücü, gelir adaletsizliği, hava ve çevre kirliliği gibi sorunlarla boğuşması, beraberinde ahlaki çöküntüleri ve depresyonu da getirmesi kaçınılmaz. Sima olarak birbirinden ayırmakta zorlandığımız Çinli bireyler, yaşadıkları depresif hayatlarıyla da birbirinin aynı sorunlarla debelenmekteler. Evrensel anlamda endüstri gelişimine öncelik veren toplumlarda daha iyi ekonomik ve sosyal şartlarda, daha mutlu bireyler olmak, duygu dünyalarını geliştirmek, hayallerinin peşinde koşmak, hepsi bir tarafa sadece birey olmak bile çok zahmetli hale gelmeye başladı. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul, mutsuz daha mutsuz. Gençlerin ahlaki çöküntüden, zorbalıktan, duyarsızlıktan, idealsizlikten, eğitimsizlikten, vasatlıktan başını kaldıracak hali yok. Orta yaş demek, emek sömürücü fabrikalar, istenmeyen meslekler, acımasız bankalar tarafından rehin alınmak demek. Yaşlılık ise yük olmak, çağdışı olarak hakir görülmek anlamına geliyor. Bunları çocuk olmak, kadın olmak, farklı ırk, din ve mezhepten olmak diye genişletebiliriz. İnsanların omuzları bu yükler için yeterince güçlü olmadığından, filmdeki dört kişinin yaşadıklarını dünyanın çeşitli yerlerindeki herkes, hepimiz farklı ölçeklerde yaşıyoruz. O yüzden, filmde karakterlerin rutinlerindeki -birkaç olay dışında- depresif yönler artık kanıksanmış biçimde hiç de sıradışı değil.
Okulda zorbalık gören bir çocuk, en iyi dostuna ihanet eden bir genç, kendinden büyük evli bir adamla ilişki yaşayan bir kız ve evladı tarafından artık istenmediğini hisseden yaşlı bir adam, filmde yaşadıklarıyla size hayatın sırrını vermiyor belki. Ama etraflarında olup bitenlerin ağırlığı, hepsine ayrı birer fil büyüklüğüyle üzerlerine oturuyor adeta. Mutluluk ve huzur çok uzak kavramlara dönüşmüş, buhar olup uçmuş sanki. Hatta Wei Bu filmin bir yerinde konuştuğu müdür yardımcısına “neden gelecek hakkında bu kadar olumlu düşünüyorsun” diye hayretle soruyor. Bo Hu, filmini (ya da film içinde filmlerini) hiç bir kalıp, klişe, simetri üzerine oturtmaya çalışmadan, aceleci davranmadan, doğaçlamaya müsait özgür alanlar yaratarak çekmiş. Uzun planlar, depresif diyaloglar, bitkin bir tempo, toplumsaldan bireysele ulaşmış bir yorgunluk ve bunalım hali seyircinin üzerine bir fil gibi çökmeye o kadar müsait ki, bu manada adının hakkını veriyor. Fakat tüm bu negatif yoğunluktan kendine öyle bir söz ve müzik yaratıyor ki, dört karakter arasında yaşanılan gel gitler bir süre sonra hem kendi ritimlerini buluyor, hem de birbirlerinin ritimlerine eşlik ediyor. Hepsinin akıbetlerinin nerede ve nasıl sonuçlanacağından ziyade, sadece kendi anlarını yaşadıklarını anlıyor, onları öyle kabullendiğimizi fark ediyoruz.
Başta 2018 Berlin Film Festivali’nden alınan dört ödül olmak üzere çeşitli organizasyonlardan Bo Hu ağırlıklı ödüller kazanan An Elephant Sitting Still, seyirciyi oldukça zorlayacak, ama içine almayı başardığı vakit kendine ait ne varsa depresif samimiyetini ve gerçekliğini kabul ettirebilecek kapasitede bir yapım. Belki bir nebze finaliyle tatminsizlik yaratabilir. Ne de olsa 3 saat 50 dakika gibi zorlu bir süreye değecek bir final beklentisi oluşması gayet doğal. Ama filmi başıyla, ortasıyla, sonuyla bir bütün halinde gören, özellikle de Nuri Bilge Ceylan finallerini bu bütünlük dahilinde anlamlandırmada sıkıntı yaşamayan insanlar için bu uzun ve meşakkatli yolun sonu da her bünyede kendi anlamını bir şekilde yakalayacaktır. Başta Wei Bu rolündeki genç oyuncu Yuchang Peng’in yüz ifadesini, vücut dilini ele geçirmiş dünyanın sonuna delalet performansı olmak üzere, dört oyuncu da kendi kulvarlarında çok güçlü anlar yaratıyorlar. Şayet An Elephant Sitting Still’in sinema tarihinde önemli bir yeri olacaksa, intihar etmiş genç bir yönetmenin ilk ve son filmi olması yanında, yalnızlığın, hüznün, karamsarlığın, toplumsal çöküntülerin körüklediği bireysel bunalımların, sadece kendi coğrafyasına ait olmadığını, kendi coğrafyasının göbeğinden gösterebilme, üstelik bunu minimal bir koyulukla biçimlendirme yetisi sayesinde olacaktır.
Osman Danacı