Carax’ın filminde öne çıkan bir diğer öğe ise kitle iletişim teknolojileriyle donatılmış, dışarıdan bakıldığında son derece görkemli ve şatafatlı görünen ve bir tür gösteriye dönüşen modern toplumsal yaşantının işleyişidir. Carax, başkarakteri aracılığıyla gösteri ile gerçeklik arasındaki ikircikli ilişkiyi açığa çıkarır ve toplumun gösteri üzerinden şekillendiğini ortaya koyar. Filmin en tepe noktası olan duruşma sekansında, birdenbire toplumsala karşı duran Merde’nin etrafındaki gösteriyi bozduğunu, gösterinin dışına çıktığını ve kurmacada bir yarık açtığını fark ederiz. Yaşanan bu kırılmadan sonra gerçeklik gösterinin içinde birdenbire belirginleşmeye başlar, fakat burada karşılıklı bir yabancılaşma vardır; çünkü gösteri artık tek gerçeklik olmuş, diğer bir ifadeyle gerçekliğin yerini almıştır. Gösteri, toplumsal işleyiş içinde içkinleştiği için toplumun temel dayanak noktalarından biri haline gelir ama unutulmamalıdır ki, gösteri toplumun değil, kendi kendisinin bir ürünüdür. Guy Debord’un ifadesiyle söylersek, gösteri kendi “sahte kutsallığını” ilan eder ve birleştirici olmaktan çok ayrıştırıcı bir güce sahiptir.[1] Görünüşteki ortaklığın gerisinde, ayrı olanları “ayrı olarak” birleştirdiğini görürüz. Dolayısıyla gösterinin yarattığı sahte bir homojenliktir; bu yapının ürettiği “biz” vurgusu hem herkesi hem de hiç kimseyi içerir.
Merde’den Kutsal Motorlar’a Gösteri Toplumu
Carax kısa filminde gösteri toplumunu alaşağı ederek ona provokatif bir saldırıda bulunurken, son filmi Kutsal Motorlar’da bu izleği daha da detaylandırır. Filmde, farklı kimliklere bürünen ve büründüğü kimliklerin yaşantılarını bir performans olarak sergileyen Bay Oscar’ın hikâyesini izleriz. Her şeyin bir simülasyon gibi yaşandığı, yanılsamanın ve yabancılaşmanın sınırlarının belirsizleştiği, benlik yerine personaların belirleyici olduğu bir ortamda gösterinin yanıltıcı doğası da açığa çıkar. Filmde Oscar ne kadar çok kişinin kimliğine bürünürse, aslında hayatı o kadar az deneyimler. Yaşadığı hayatlar başkalarının hayatıdır ve onlara ortak oldukça kendi hayatından uzaklaşır, yersiz yurtsuzlaşır, kimliğinden uzaklaşarak aidiyetsiz kalır. Oscar’ın hüzünlü yabancılaşmasının ve hayatının bir gösteriden ibaret kalmasının yanında, seyirci de Oscar’ın çözülüşüyle birlikte gösteriye katılımını sorgular.
Oscar’ın sürüklendiği farklı yaşamlarda söylediği bir söz, bir yüz ifadesi, bir duygu, tanık olduğu bir sahne ya da kendi kendisiyle kuramadığı ilişki üzerinden yönetmenin esas derdini de anlamak mümkündür. Yönetmen bu tarz sahneleri birer kırılma ve yüzleşme anı olarak kullanır. İnsanların gündelik hayat içinde bir parçası oldukları “büyük yalana” ne denli gömüldüklerini ve kendilerini aldattıklarını açığa çıkarır. Carax’ın Oscar karakteri aracılığıyla film boyunca yapmaya çalıştığı şey, bireyin özneliğini elinden alan ve onu “yalana” ortak eden gösteri toplumunun sunduğu sanal aldanmışlık hissini ortaya çıkararak, bireyi bastırdığı travmasıyla yüzleştirmektir.[2] Carax bu yüzleşmeyi sağlarken, gösteri toplumunu çözümlememiz ve bireyin toplum içindeki rolünü daha iyi kavramamız için çeşitli sembolik temsiller sunar.
Simülasyona Gizlenen Gerçeklik
Filmin esas can alıcı kısmı ise Oscar’ın yeniden canlandırılmış bir gerçeklik yaratarak, gerçeğin gerçeğe benzemediğini deşifre ettiği noktada gizlidir. Bunu daha net bir şekilde ifade etmek için Jean Baudrillard’ın Disneyland örneğini kullanabiliriz. Baudrillard göre Disneyland “gerçek” Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemek için yaratılmıştır. Bu durumu, gündelik yaşantısının bir hapishaneyi andırmadığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşa etmesine benzetir. Bu yorumdan hareketle, Disneyland’ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika’nın gerçeğe değil, simülasyona ait olduğunu söyler.[3] Baudrillard’ın ifade ettiği türden bir çabayı Carax’ın filminde de görürüz. Carax’ın Oscar’ı kullanarak yarattığı ve taklit üzerine kurulu dünya gerçeği gizlemek için yeniden üretilmiş kusursuz bir simülasyon gibi işler. Gözle görülemeyecek kadar minimize edilmiş kameralarla performansı kaydedilen Oscar, insanların günlük yaşamlarını taklit ederek, gündelik yaşamı olağan bir seyirlik olarak sunar. Girdiği kimliklerle kişilerin arzu ve isteklerini, bilinçaltına bastırılan duyguları açığa çıkarır. Hayata ve insana dair bildiğimiz en ufak nüansları bile yansıtmakla görevlidir. Ama onun ustaca ürettiği gerçeklik, insanların kendi hayatlarındaki gerçeklerle yüzleşmelerini engellemekte, diğer bir ifadeyle “büyük yalanı” gizlemektedir. Bütün bu düzeneğin ve simülasyonun arkasındaki ideolojik tezgâhın amacı bireyleri kendi gerçekliklerinden kopararak, sanal bir deneyim üzerinden gösteriye ortak etmektir. Dolayısıyla Oscar’ın geçici kimlikleri üzerinden aslında ideolojik benlik üretme mekanizmasına da ulaşmak mümkündür. İnsanların benliklerinin parçalanmasını önleyen, “bir aradalık” duygusu veren ve onları gösteri toplumuna eklemleyen sanal deneyimler ve simülasyona indirgenmiş yaşam şekli, özü itibariyle bireylerin kişisel evreninin sağlam bir şekilde durduğunu sayıklayan bir yanılsamaya neden olur.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
Kaynakça:
[1] Guy Debord, Gösteri Toplumu, Çev: Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent, Ayrıntı Yayınları, İstanbul: 2010, s. 44
[2] Slavoj Zizek bu durumu psikanalizin verdiği temel derse benzetir ve şu şekilde ifade eder:”Günlük hayatımızda ot gibi yaşarız, evrensel Yalan’ın içine fena halde gömülmüşüzdür; sonra, birdenbire olumsal bir karşılaşma –bir konuşma sırasında öylesine söylenen bir laf, tanık olduğumuz bir olay- kendimizi aldatışımızı paramparça eden bastırılmış travmayı günışığına çıkarır.” Slavoj Zizek, Kırılgan Temas, Çev: Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul: 2006, s. 163
[3] Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, Çev: Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, Ankara: 2010, s. 29
[4] Q&A Leos Carax, Eric Kohn, Indiewire, http://bit.ly/RC0F7U, (Erişim: 19 Haziran 2013)
Not: Bu yazı daha önce Hayal Perdesi sinema dergisinde yayımlanmıştır.