Eleştirmenler tarafından Antonioni sinemasının olgunluk dönemini müjdeleyen eser olarak anılan La Avventura, başlarda Anna’nın yaşamına odaklanır. Anna ve Sandro arasındaki çizgileri belirsiz duygusal beraberliği ve çatırdayan ilişkilerini seyirciye tanıttıktan sonra, Anna çıkılan gezide bir adada kaybolur ve Antonioni sinemasının bilindik konuları su yüzüne çıkar. Anna’nın kayboluşunun üzerinden kısa bir süre geçmiştir, fakat Sandro boş durmaz ve Anna’nın en yakın arkadaşı Claudia’yla birlikte olmaya başlar.
Aynı zamanda La Avventura burjuvaya farklı bir bakışı da içinde barındırır. Burjuva sinemada çoğu zaman arka alan yaratılmadan körü körüne bir eleştiri hedefiyken, La Avventura’da burjuva insanlığın geldiği en üst noktayı da işaret eder. Antonioni’nin kendi deyimiyle; “belleği kıt olan, vicdan azabı duygusu yetersiz, kolayca ihanet eden, uzlaşmaya yanaşan insanın incelemesidir.” Maddi olarak en üst noktaya ulaşmış, ama manevi olarak hala ilerleme kaydedememiş insanda filmin başlıca konularından biridir.
Film boyunca Claudia karakterinin yaşadığı içsel değişim Antonioni’nin seyirciye vermek istediği mesajları içerir. Yaptığı şeyden dolayı vicdan azabı duyan, pişmanlık ve utanç karışımı hislerle önceleri Sandro’ya karşı çıkmaya çalışan Claudia, kısa süre sonra kaderine boyun eğer ve mutluluğu Sandro’nun kollarında bulmaya çalışır. Claudia’nın kısa süre içinde geçirdiği değişim, Antonioni’nin izole mekanlarda karakterleri resmedişi ve uzun plan sekansları tercih edişiyle son derece mesafeli anlatılır. Filmin başlarında Anna’nın adada kayboluşu ise; bir gizem olarak yerini alır ve filmin sonraki kısmında anlatımı sürükleyen bir araçtan öte bir mana ifade etmez. Aşkın tutsağı olan Claudia, vicdan azabına karşın aşka kapılarını da açmaktan geri durmaz. O ne zaman coşkunlukla aşkını karşılasa, Antonioni’nin mesafeli anlatımıyla seyircilerde yaşanılan ilişkinin ahlaksal boyutunu sorgulamaya mecbur kılınır. La Avventura insanoğlunun kendi kendini sorgulayışını ekrana taşıyarak, aslında insanoğlunun bu dünyada ne kadar yalnız ve acınası bir halde olduğunun da altını çizer. Yalnızlığı, ruhsal çürümüşlüğü ve vicdan azabını tüyler ürpertici bir boşluk içinde resmeder. Finalde, Claudia’nın yaşadığı hayal kırıklığına rağmen, elinin yavaşça Sandro’yu bulması mutlu bir eylemden öte; sinema tarihinin en iç burkan buluşmalarından birinin habercisi olur. İnsan her zaman mutluluğu aşkta arar ve onu bulduğunu düşündüğünde de pek çok şeyi yapmaktan çekinmez. Ne de olsa işin ucunda mutlu olma beklentisi vardır. O beklentiler boşa çıktığında ve insan kendi kimliğini unutmaya başladığında ise; tersine bir kabulleniş ortaya çıkar. İnsan yalnız kalmaktansa, kendisine acı verici birlikteliklerin peşinde koşmayı yeğler. İşte La Avventura’nın kadrajına takılan noktalardan biri de budur. Claudia’nın kimlik arayışından, yalnızlığından, vicdan azabından, aşka karşı beklentilerinden sonra geriye kalan umutsuz bir kabulleniştir.
“Zaman sıkıştırıyor insanı, yitip giden zamanın doğurduğu kaygı, umarsızca elimizden kaçırdığımız yaşam… Sonsuz bir sabır ve özel bir bağış olmaksızın, beni bekleyen şu iki sondan birinden kurtulamayacağım: kendini kandırmak ya da acı çekmek.” (Louis Althusser)
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com