Tarafsız olamayacağımız bazı durumlar vardır. Mesela bir REM albümünü tek nota bile duymadan gözü kapalı alırım. Ama son albümü beğenmedim. Birkaç şarkıcı/grup için de öyle oldu. Guy Richie örneğinde de objektif olamayacağımı düşünüyordum. Son iki filmini izleyene kadar.. Tabi herkesten sürekli başyapıt üretmesi beklenmiyor ama belli bir flört döneminden sonra aşık oluyorsunuz ve hoop!, “bunu bana nasıl yaparsın“ kısmı başlıyor. Belki “bak açıklayabilirim“ kısmını dinlemek gerek. Yükselen çıtayı, zevkler, anlayışlar değiştikçe, bazen de kırışıklıklar arttıkça aynı seviyede bulamıyoruz. Eskilerle yetinmeyi tercih edenleri anlamak için eskimek gerekiyor. Kaldı ki yeniler bile eskiyi taklit ediyor veya yeniden yorumluyorlar. Paniklesek mi? Malzeme bitti mi yoksa? Filmler, kitaplar, albümler hep eskiyi işaret eder oldu. Tarihe olan ilgi arttı. Eserlerde her zaman eski referanslar işaret edilirdi, şimdilerde daha da fazlalaştı.
Ancak kimi eskilerin büyüsü eski olmasında değil, ilk olmasında. Yoksa eskilerde hiç mi kötü örnek yok! İlk kez denenmiş, hep kendinden sonrakilere örnek gösterilmiş yada eskinin yenisi bir sentezden melez ortaya çıkarabilmiş eserler hep “kullanma kılavuzu” olmuşlardır. “Klasik“ kavramı günümüz kulağına pek lezzetli gelmese de işin sırrı orada.. Klasiğin, eskimesi beklenen bir başyapıt olması gerekiyor şarap misali. Eskidikçe tatlanıyor. Klasikler de şarap gibi farklı damak tatlarına hitap ediyor aynı zamanda. Klasik bulduğumuza toz kondurmuyor, bulmadığımıza toz yutturuyoruz. Bizim için başucu bir esere başkası abuk sabuk yorum yaptığında da – haklı olarak- kızıyoruz. Bilgimizin olmadığı konuda fikir beyan etme özgürlüğü adına, şapşallığımızı ayan beyan ortaya koyuyoruz.
Tüm bu gereksiz girişi Following için yaptım. Yani Christopher Nolan‘ın Memento efsanesinden iki yıl önce yine yazıp yönettiği film için. Memento erken bir klasik. Nedeni ise, akademik senaryo-kurgu dersi gibi olması. (Zaten sonradan gibisi kalmadı, ders de oldu yanılmıyorsam). Memento‘yu sırf anlamadığı için kötüleyen insanlara karşı tek taraflı düşünüyorum. (Böylece yaptığım giriş de gereksiz olmamış oldu). 98 yılı filmi Following, yazımı, yönetimi, düşük bütçesi ve çıkmaz sokak atmosferiyle “Memento’ya Hazırlık” kursu tadında, esas yemek öncesi iştah açan bir çorba.. Tanınmamış oyuncular ve çekim ekibi, esas işlerinden kalan hafta sonlarında, bu bir saatten biraz fazla süren bağımsız, ucuz ama lezzetli çorbaya tuz atmışlar. Zaten topu topu 3 ana karekter var. (Bill‘i sorgulayan polis rolündeki yönetmen Nolan‘ın amcası John Nolan‘ı da sayarsak dört). Kısacık süresine sığdırdığı ilginçlikler, entrikalar ve siyah-beyaz, üstüne üstlük bu iki rengin solgun haliyle çekilmiş modern bir kara film. Bir ortadan, bir sondan, bir baştan izlediğimiz kurgu, sapasağlam bir metin, tıpkı Memento‘daki gibi izleyiciyi dikkat kesilmek zorunda bırakarak, kahramanına yüklediği istisnai özelliklerden çıkmazlar yaratarak sinsice ilerliyor. Memento‘yu kaç kez izlediysem her seferinde farklı bir duruma uyanmış olan ben, onun kadar kompleks gibi görünmüyor olsa da bu sebepten Following‘i de elimi attığımda bulabileceğim bir uzaklıkta tutuyorum.
Jeremy Theobald‘ın oynadığı sözde yazar Bill, kalabalıktan seçtiği kadın-erkek bir kişiyi takip etme işini kendine iş edinmiş, normal bir adam. Bu anlamda Leonard Shelby‘nin sağlıklı hali de denebilir. Bu takip işinde prensip sahibidir aynı zamanda. Mesela dar sokaklarda kadınlar takip edilmeyecek vs.. Fakat yine kendi kuralı olan “asla aynı kişiyi iki kez takip etme“yi çiğnediğinde, kendisi kadar ilginç, prensip sahibi ve gizemli hırsız Cobb ile tanışır. Cobb evlere girip, eşyalardan karakter analizleri yapan, genelde değersiz eşyalar çalan, bazen de onların yerini değiştiren bir karizma. Sırf evdekilere konuşacak konu olsun diye.. Bu iki “normal” adamın buluşup ilk işlerine çıkmaları bile seyirciyi avucunun içine almayı başarabilir. Bill’in zararsız takip işiyle, Cobb‘un zararsız hırsızlığı, 30’lu 40’lı yıllardan fırlamış gizemli bir sarışının da işin içine girmesiyle, zaten sürekli değişim halindeki olayları değiştirir.
Christopher Nolan, Following ve iki yıl sonra Memento ile ne kadar zeki ve sinema için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu kanıtladı. Hollywood‘da Batman Begins‘e terfi etmesi bana The Usual Suspects yönetmeni Brian Singer‘ın X-Men terfisini çağrıştırdı fena halde. Ama bu terfilerin, modern klasikler üreten taze beyinleri acımasız çarklarda öğüteceğinden endişeliyim. Gerçi Nolan‘ın da senaryosuna katkıda bulunduğu Batman Begins, tüm zamanların en iyi Batman senaryosuna sahip. Ama ne gerek var bu öz, hakiki Batman numaralarına. X-Men hadisesi benim için zaten gıcıklıklar komedisi. Singer‘ın ayakları yere basan, süper olmayan kahramanları daha iyi anlattığı malum. Tesellim şimdilik The Usual Suspects senaristi Christopher McQuarrie‘ın bu tip superhero öğütücüler için düşünülmemesi. O da McQuairre‘ın tembelliğinden olsa gerek.
Şimdi bu yazının bir Best Of‘unu yapalım: Following, sinema tarihinin en iyi filmlerinden Memento‘nun öncesinde, onun ayak seslerini bize duyururcasına bunalımlı, çorba, çıkmaz, normal, gizemli, sapasağlam, sinsi, istisnai, siyah-beyaz, kara bir film. Bill ve Leonard, Nolan‘ın üstü başı kostümü paramparça, ama ölümüne gerçek anti-süper kahramanları olarak çok görkemliler.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com