Yönetmen : Vladimir Michalek
Çek Cumhuriyeti, 2001
Bu yaşama içgüdüsü her zaman ayaklanmaya hazırdır zaten;
“Tamam, bitti diyor,
Vazgeçtim artık diyor.
Karanlık kuyu kapağını açmış
Beni bekliyor diyor.
Derken kirli bir motel odasının banyosunda
Sevinçle zıplayan küçücük
Yemyeşil bir kurbağa yavrusu görüyor
Vazgeçmekten vazgeçiyor.”
(Mine Urgan / Bir Dinazorun Anıları)
Babi Leto, ömürlerinin son demlerini yaşayan bir grup yaşlı insanın yaşantısını anlatır. Filmin merkezindeki karakter Hana, ülkesindeki ekonomik krizlerden, sosyal değişimlerden ve yoksulluktan çok etkilenir. Gençliğinde tiyatroyu çok sevmesine rağmen, ülke şartlarında bu meslek ona istediği gibi bir gelecek sağlamaz. Fakir yaşantısına karşın, gençliğinde içinde uhde olarak kalan pek çok şeyi denemeye kararlıdır. Barlarda garsonluk yaparak hayatının büyük bölümünü geçiren Hana, hep zengin biri gibi yaşamayı hayal eder. Öte yandan tiyatroya karşı olan tutkusuna da söz geçiremez. Bu tutkusu, onu hayata bağlayan yegane güçtür. Bu nedenle Hana ve onun kadim dostu Eda, gazeteden satılık malikane ilanlarına bakarak, bu ilanların sahipleriyle görüşür. Daha sonra zengin bir alıcı kılığına girerek bir süre kendilerine, oyunlarını sergileyecekleri bir ortam yaratırlar. Aslında bu, sadece bir örnektir. İkili bütün hayatlarını bir tiyatro oyunuymuşçasına yaşar.
Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’ta geçen Babi Leto, yaşlılıkla ilgili pek çok konuya değindiği gibi yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi de hatırlatır. İkilinin hayatı bir tiyatro oyunu gibi görerek onu küçümsemeleri, aslında onların kendilerine buldukları bir çeşit yaşama tutunma şeklidir. Ömürleri boyunca tiyatro perdesinin arkasından hayata bakmışlardır. Oysa yaşları ilerlediğinde ve birtakım fiziksel rahatsızlıklar baş gösterdiğinde, o güne kadar hep görmemezlikten geldikleri ölümle yüzleşmek zorunda kalırlar. Rol yapmak hayatlarının bir parçası olmuşken, belki de hayatta rol yapamayacakları tek gerçek onların karşısına çıkar. Yalanlar, oyunlar, yalandan koşuşturmalar, oyundan sevmeler, sevişmeler derken, hayatta gerçek olan tek şey; yani ölüm, unutulur. Ya da bilinçli bir şekilde görmemezlikten gelinir. Hana ve Eda ise, artık red etme ve görmemezlikten gelme aşamasını geçmek zorundadır. Felç geçiren Eda, hastanedeyken şöyle der: Hayat, hiçbir şeye değmez ve bu değişmeyecek. Bu Kafkavari sözün ardında, artık pes etmiş bir adamın dokunaklı hayat hikayesi vardır.
Hayat; Kafka’nın da bahsettiği gibi belki kaybedilmiş bir savaştır. Ama başından kaybedilmiş olduğunu bilmek, ondan vazgeçmeyi de kolaylaştırmaz. Herkesin yaşamında pek çok sorun vardır. Özellikle de yaşlılıkta bu sorunların üzerine bir de fiziksel rahatsızlıklar eklenir. Yine de bütün bu sorunlar hayatın güzel yanlarını örtmeye yeterli olmaz. Tam yaşamdan vazgeçilmek istendiği bir anda, yaşam tekrar insanı içine alır. Mine Urgan’ın anılarını yansıttığı ve içerisinde şiirlerine de yer verdiği Bir Dinazorun Anıları‘nda bu durum çok güzel özetlenir. Filmdeki karakterler de son ana kadar yaşamı ciddiye almadan olağanca hafiflikleriyle yaşamaya çalışır, fakat bünyeleri bu ciddiyetsiz gözüktükleri savaşta artık yorgun düşer.
Babi Leto’daki karakterler aslında çok ilginçtir. Ne tipik Balkan insanı gibi neşelidirler, ne de sınır komşuları Almanlar ve Avusturyalılar gibi soğukturlar. Yıllarca Sovyet Rusya’nın gerisinde kalmanın, gelişememenin, fakirliğin ve yalnızlığın etkilerini üzerlerinde taşırlar. 1968’deki Prag Baharı’da, 1989’daki Kadife Devrim’de ülkedeki sorunları çözmeye yeterli olmaz. Belki de insanların üzerlerine sinen o kasvetli hava bu yüzdendir. Eğlenceli durumlara karşın, sürekli bir hüzün kendini gösterir. Yaşlılığın ve ölümün getirdiği ağırlık bu hüzne eşlik eder. Kimi zaman trajikomik sahneler varlığını hissettirir, ama bunlar hiçbir zaman tam anlamıyla bir komedi unsuru taşımaz. Filmin türü komedi/drama olarak geçer, ama kendi mezar parasını biriktirmeye çalışan, fakat beklenmedik olaylar sonucu bu parayı kaybeden ve ölüm döşeğinde beş parasız kalan insanların hali ne kadar komik olabilir ki! Özünde, yaşama tutunma çabalarını ekrana yansıtan Babi Leto, gücünü de zekice hazırlanmış bir dolu trajikomik sahneden alır. Bu sahneler vasıtasıyla karakterlerinin yüzleşmekten kaçındıkları gerçekleri, onların alın yazıları olarak sürekli hatırlatır. Her ufak kaçış çabası yeni bir sorun yaratır ve gerçeklerle yüzleşmek ertelendikçe hüzün de artar. Karakterlerin ihtiyatsız görünümlerine karşı, savaşın sonlarına geldiklerini fark etmeleri ise çok uzun sürmez. Babi Leto; bitmek bilmeyen bir mücadelenin Orta Avrupa’daki hikayesidir. Yoksullukla birlikte sürekli ertelenen hayallerin serbest kalışının hüzünlü öyküsüdür.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com