Ülkemizde daha çok “Güz Sonatı” , “Fısıltılar ve Çığlıklar”, “Persona” filmleriyle tanınan Ingmar Bergman 1957 yapımı olan Yedinci Mühür (The Seventh Seal) ile ölümün mutlaklığı karşısında yaşamın anlamını sorguluyor. Bunu, ana karakterlerine Tanrı’nın varlığını araştıran sorular sordurarak ve Tanrı’yı inançlı halka karşı kullanıp egemenlik kuran, korku saçan din adamlarına savaş açarak yapıyor. Yedinci Mühür’de anlatmak istediklerini bir düş evreni yaratıp mecazlarla izleyiciye aktarmayı tercih eden Bergman, hiç kuşkusuz daha filmin başında Ölüm’ü ete kemiğe büründürerek insanın ölümlülüğünü beyinlere kazıyor. Bu ölümlü hal karşısındaki zavallılığı ve çaresizliği ise ölümle karşılaşan ve kendisine ölümlülüğü hatırlatılan bir ortaçağ şövalyesi üzerinden betimliyor. “Biraz bekle.” diyor şövalye ölüme. Bu süre içinde hep inanmak istediği, ama bir türlü başaramadığı hâlde Tanrı’ya ulaşmayı, varoluşunu işe yarar kılabilmek için birilerine yardım edebilmeyi başarmayı istiyor. Ölümün bu isteğe karşılığı ise “Ben beklemem.” oluyor. Ölümü oyalayabilmek amacıyla ona satranç oynamayı teklif ediyor şövalye, böylece zaman kazanmayı, ölümünü geciktirmeyi planlıyor. Sorularını ölüme yönelttiğinde, ölümün “Bende cevap yoktur.” şeklinde karşılık vermesi üzerine, mat edene/edilene kadar karşısına çıkan, her birinin farklı hikâyeleri ve dünya görüşleri olduğu karakterlerle bu soruların cevaplarını aramaya başlıyor.
Savaş sonrası salgının baş gösterdiği ülkede ise halkın bu hastalığın (veba), günahkârlıkları ve inançsızlıkları yüzünden Tanrı tarafından kendilerine gönderilmiş bir ceza olduğuna inandırılarak korkutulması ve bu korku ile her türlü yönlendirmeye açık hale getirilmesi, Bergman’ın dinin araç olarak kullanılmasına ve kullananlara olan yoğun tepkisini ortaya koyarken, bu durum dayatılan korkularla baş edemeyen karakterlerin filmin sonunda ölüme sıcakkanlılıkla yaklaşmaları ve yaşamaktansa ölmeyi istemeleri/yeğ tutmaları sonucunu doğuruyor. Aynı şekilde Şeytan’ın genç bir kızın bedenine hapsolduğu iddiasıyla genç kızın ölümle cezalandırılması ve Şeytan’ı kıza bakarak sadece askerlerin ve papazların görebiliyor olması Bergman’ın eleştiriyi sembolik şekilde ne kadar ustaca yapabildiğini kanıtlamakta. Bergman, Tanrı ve ölümü araç edinen din adamlarına karşılık, sanatın ve sanatçının bu kavramların altını çizmekte ve hatırlatmakta ne denli çıkardan uzak ve başarılı olduğunu –tıpkı kendi filmiyle yaptığı gibi- bir ressamın ölümü anlatan tablosunu sohbet konusu yaparak ya da tiyatroda oyunculara ölümü şarkıya döküp dans ederlerken ifade ettirerek gösteriyor.
Şövalye aradığı anlamı, mutluluğu temsil eden bir ailenin ve bir araya gelmiş iyi niyetli insanların arasında, kendisine ikram edilen yaban çilekleri ve bir kâse sütle bulurken, ilerleyen sahnelerde ölümle oynadığı oyunda ölümün kandırılamaz ve alt edilemez olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyor.
Yedinci Mühür’ün Bergman’ın başyapıtı olduğu söylenir. Gerçekten de, ele aldığı konuların, sorulan soruların evrenselliği ve değişmezliği, seçilen anlatım biçiminin sembolik yapısı ve şiirselliği, buna karşın oldukça kolay, net anlaşılabilirliği filmi unutulmaz ve ölümsüz kılmakta. Günümüzdeki gelişmelerle kıyaslandığında daha az olanaklara sahip olan tekniğe karşın, özellikle ölümün görüntüsü, satranç masasında karşılıklı oturan ölüm ve şövalye, Şeytan’a uyan genç kızın öldürülüşü –bir anlamda haklılaştırılan cinayet-, halkın Tanrı tarafından lanetlendiği söylemi ve bundan kurtuluş vaazı, ölüm dansının yapılışı gibi sahneler –hem de siyah beyaz-, gerçekleştirilen konuşmalar yarattıkları atmosfer ve gerilimle bir başyapıtı işaret ediyor. Yedinci Mühür’le Bergman’ın ilerleyen yönetmenlik kariyerinde ne kadar emin adımlarla yürüdüğünün ve nice başyapıtlar ortaya koyacağının ipuçlarını alıyoruz.
Güzin Tanyeri
guzintanyeri@gmail.com
https://twitter.com/sakinkofte