Başına buyruk ve sert yöntemlere sahip bir polis olan Tom Brant (Jason Statham), polisleri acımasızca öldüren bir seri katili yakalamak üzere görevlendirilir. Ekibin başında ise karısının ölümüyle bunalıma giren Başkomiser Roberts’ın yerine vekâleten atanan gay komiser Porter Nash (Paddy Considine) bulunmaktadır. Kendine “Blitz” adı veren katil, muhabir Harold Dunphy (David Morrissey) ile temasa geçip işlediği ve işleyeceği cinayetler hakkında tüyolar vermektedir. Öldürülen polisler incelendikçe ortak noktaları ortaya çıkar ve listede Brant’in de olduğu anlaşılır.
Gün geçmiyor ki yeni bir Jason Statham filmi ortaya çıkmasın. Hep aynı tip ve ses tonuyla İngiltere’yi aşıp Hollywood semalarında süzülmeye başlayalı beri her sene 2-3 aksiyon filmiyle gündemden düşmüyor. Kariyerinde ilk iki filmi Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch ile birlikte Mean Machine, The Bank Job gibi çok beğendiğim filmler bulunması, kendisine sıradan bir aksiyon nesnesi gibi yaklaşmamı engelliyor. Hatta Crank ve The Mechanic bile yörüngesine girildiğinde keyif verici özelliklere sahiptir. Haliyle yeni filmi Blitz durmak bilmeyen bir başka Hollywood aksiyonu izlenimi yaratsa da, aslında Statham’ın arada bir memleketine döndüğü daha mütevazi işlerden biri. Yine aksiyonu ve elini korkak alıştırmayan şiddet sahneleri mevcut. Fakat psikolojik gerilim paslaşmalarıyla adım adım yükseltilen tansiyonu ve Statham’ı süper zeki tek tabanca bir aksiyon kahramanı olarak yansıtmama yanlısı tutumu yüzünden Hollywood benzerlerinden daha fazla beğendim.
Aslında filmle ilgili dikkatimi çeken ilk nokta, William Monahan’ın 2010 yapımı London Boulevard filmini uyarladığı yazar olan Ken Bruen’in yeni romanından senaryolaştırılmış oluşuydu. Blitz’in nasıl roman bir malzemesi barındırdığı merak konusu. London Boulevard’da bu potansiyel bir şekilde hissediliyordu. Oysa Blitz, özellikle 70’lerden itibaren pek çok polisiye filmden edinilmiş tecrübelerle kolaylıkla yazılabilecek bir senaryoya sahip. Belki Duncan Jones’un parlak fikri olan Moon’u çok güzel filme aktarmış Nathan Parker’ın Blitz’i elden geçiriş şekliyle, henüz ikinci filminde (ilki pek tutmamış 2006 yapımı Love Is The Drug) başarılı bir yönetmenlik sergilediğini düşündüğüm Elliott Lester’ın kimyalarının tutması söz konusu olabilir. Sürprizsiz akışı, seri katilini gizlemeden ve gizemlendirmeden seyirci sinirleriyle oynayabilmesi, yan karakterlerini iyi kötü benimsetmesi ve baş karakterinin edepsiz duruşuna sahip çıkması gibi yönleriyle bana iyi ellerden çıkmış bazı Güney Kore filmlerini bile kıyısından anımsattı diyebilirim.
Blitz’in yaslardaki boşluklar yüzünden tecelli etmeyen adalet ve bu adaleti yasadışı yollardan sağlama üzerine daha önce defalarca tekrar edilmiş söylemleri var. Suçundan emin olunan, ancak suçüstü yapılamayan veya delil yetersizliğinden serbest bırakılan suçluların cezalarını kendileri kesmek zorunda kalan polisler, uzun süreli gizli görevler sonrası normal hayata uyum sağlayamayan polisler ve bir süre sonra kendini bile korumaktan aciz hale gelen polisler diye sürüp giden bir dizi haklı çıkarmaya sahip. Ama bu haklı çıkarmaları adi suçlular üzerinden yürütmesi, yani insanî yönlerden zaten haklı olunması bu kez de adaletin ulaşamadığı yerde karşı cinayete, dayağa, delil karartmaya zemin yaratıyor. Suçundan emin olunanın cezalandırılması için her yolun mübah olduğu bu adalet zeminine, “kanun, yasa, adalet vs.” diye çırpınan bizler ses çıkarmıyor, hatta memnun bile oluyoruz. Çünkü bizim için aslolan suçlunun gerekirse en ağır biçimde cezalandırılması. Bunun nasıl ve hangi yasalar dahilinde yapıldığının bir önemi kalmıyor. İşte Blitz’in bilerek veya bilmeyerek bu ikilemi film formatında tekrar hatırlatmış olması da bir şeydir.
Son zamanlarda tek başına olmak yerine gizemli yancılarla kötü adam kovalayan (hem de burada son model arabalar yerine koşarak kovalayan) Jason Statham’a The Mechanic’te el veren Ben Foster’dan sonra bu defa İngiliz sinemasının en parlak aktörlerinden Paddy Considine eşlik ediyor. Bireysel adalet sağlamaya çalıştığı için Londra’dan sürülen vekil başkomiser rolüyle filmin dokusuna olumlu katkılar sağlayan, aynı zamanda karakterin eşcinsel kimliğini de son derece ölçülü biçimde yansıtan Considine’i izlemek büyük keyif. Ayrıca İngiliz dizi oyuncusu Zawe Ashton ve psikopat polis katili Barry Weiss’ı canlandıran Aidan Gillen da çok başarılı oyunlar çıkarıyorlar. Böylece sırf Statham’a abanmayan, iyi oyuncuların da destek olduğu, nereye gideceği bilindiği halde sürükleyici bir polisiye ortaya çıkıyor. Blitz genel olarak fazla hasılat getirmeyen, özellikle de Jason Statham hayranlarının çoğu tarafından beğenilmeyen bir film. Bu da tek bir oyuncunun üzerine ölümüne yapıştırılmış aksiyoncu kimliğinin, birçok yönden iyi sayılabilecek bütün bir filmin bile önüne geçebildiğinin göstergelerinden sayılabilir.
Osman Danacı
odanac@gmail.com