Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki’nin ağabeyi Mika Kaurismaki’nin Güney Afrikalı şarkıcı Miriam Makeba’nın hayatını anlatan belgeseli, düz bir anlatımla ilerleyen “konuşan kafalar” tarzında bir belgesel olmasına rağmen izleyeni sıkmadan derdini anlatıyor. Tabi bunda Makeba’nın renkli kişiliğinin ve şarkılarının da etkisi büyük. Makeba sadece Nelson Mandela gibi siyah-beyaz çatışmasının sembol isimlerinden biri değil aynı zamanda Afrika kıtasının birliği ve bütünlüğü için de pek çok girişimde bulunan, Amerika’daki Kara Panter Partisi’nde etkin olan Stokely Carmichael’la evlenen ve hayatını siyahların bağımsızlığına adayan bir aktivist.
Kaurismaki, Makeba’nın ailesi ve arkadaşları aracılığıyla onun anısını yaşatırken, Malcolm X ve Nelson Mandela gibi ikonlaşmış isimlerin de özgürlük mücadelesinin arkasında yatan “adanmışlığı” ortaya çıkarıyor. Makeba’nın politik olarak giderek daha aktif olması ve “bir kişi bile özgür değilse, ben de özgür sayılmam” şiarını kendisine çıkış noktası olarak seçmesinden sonraki süreç, sanatçının hayatının önüne geçiyor. Mika Kaurismaki tıpkı kardeşi gibi markist bir perspektiften bakarak, Makeba’nın hayatını sınıf çatışması, ezilenlerin ve sömürülenlerin mücadelesi olarak görüyor ve perdeye bu şekilde aktarıyor. Bu açıdan, Mama Africa sözü olan ve bunu nasıl söyleyeceğini bilen, bilinçli bir belgesel.