Claire’in yaşadıkları sonrasında gittiği psikolog Catherine Bormans’a anlattıklarını izlediğimiz film, geri dönüşleri ve tekrar ikilinin bu yaşananları yorumladığı seanslar arasında gidip gelen kurgusuyla dengeli bir anlatım benimsiyor. İşi ve evi arasında bunalmış, üstüne sebepsiz yere genç sevgilisi tarafından terk edilmiş Claire’in kendi içine dönerek ilişkilerindeki istikrarsızlığı ve başarısızlığı ilerleyen yaşına bağlaması, bunu kabullenemeyip kendine Facebook’ta yeni bir kimlik yaratarak şansını bu kez genç ve yakışıklı Alex ile denemesi ile yaşananlar şüphesiz iyi dramatik malzemeler içermekte. Sosyal medyada sosyalleşmenin çoğu insan için gerçeklerden uzaklaşmak anlamına geldiği düşünülürse, kendine yeni bir kimlik yaratmak isteyen Claire’in uzaklaşmak istediği realitelerin diğer insanlardan pek farkı yok. Oyun, çöpçatan veya sosyal paylaşım sitelerinde farklı isim ve profillerle aslında olmadıkları, olmak istedikleri özellikleri kendilerine ekleyerek bir nevi iç barış sağlamalarında sakınca yok. Ancak bu barış, kişinin kendine karşı dürüst olmadığı, ilişki kurduğu tarafın da duygularını bencilce tüketmeye başladığı noktada bir savaşa dönüşebiliyor. Olay örgüsüyle bu dönüşümü gayet güzel işleyen film, bir süre sonra Alex’in haklı taleplerine cevap veremeyeceğini hisseden Claire’in ikileminden güçlü bir iç çatışma yaratıyor.
Her ne kadar günümüz normlarında Facebook ve benzeri platformlarda kurulan ilişkilerin burada Claire (Clara) ve Alex gibi iki yetişkinin tutkuyla bağlanabileceği şiddette yaşanmayabileceği düşünülse de, özellikle Claire’in içinde bulunduğu sıkışmışlık duygusu yeterince etkili yansıtıldığından bu bağlanmaya inanmamak için fazla neden yok. Bir kırılma noktasıyla yaşadıklarını farklı şekilde hayal edip yazıya döken Claire, bunu doktoru Catherine ile paylaştığında biz de senaryoyu farklı bir açıdan tekrar izliyoruz. Yazıya dökülen bu hayal, kendi içinde güçlü bir çatışmayı daha barındırıyor. Sonu da yine farklı bir trajediyle bitiyor. Senaryo içinde senaryo şeklinde paralel bir yükselme yaşatan film, gerçekliğine dönerek iki adet sürprizle hem Claire’in kendini Clara gibi hissetme çabasına güçlü bir psikolojik anlam yüklüyor, hem de ikna olunabilirlik seviyesini arttırıyor. Zaten Claire’in söylediği “hiç varolmayan bir rakip kadar büyüğü yoktur” sözü filmin anafikirlerinden biri olarak gediğine oturmuş bir taş gibi. Ama filme dair inanılan, ikna olunan, hissedilen ne varsa hepsi Juliette Binoche’nin harikulade performansında saklı. Rolünü hem gizemli, hem de çırılçıplak kılabilen nadir oyunculardan biri olan Binoche, filmin can damarını oluşturduğu gibi, sanki Claire karakteri sırf onun için yazılmış gibi bir izlenim bırakıyor.
Osman Danacı