Midsommar’ın basit bir formülü var. Bir grup gencin gizemli bir komünün bahar etkinliğine katılmasıyla başına gelenler. Ari Aster, bu tek cümleyi elinden geldiğince açmaya, boyutlandırmaya, kendi tarzını oturtmak için denemeler yapmaya çalışıyor. Geçmişten edindiği referansları kullandığı gibi, kendi fikirleriyle arayışlar içine girdiğini belli ediyor. Bunlar çoğu yönetmenin yaptığı takdir edilesi yolculuklar. Ama Aster, tüm bunları daha çok vitrine yaslanarak, egosunu parlatarak, en önemlisi de, son yılların popüler tavırlarından biri olan açık uçlarla seyirciyi yorarak yapmayı seviyor. “Bir grup gencin başına gelenler” basitliğindeki slasher çağrışımlarını doğaçlamaya müsait pagan ritüelleriyle, okült geleneklerle, tarikat bileşenleriyle savuşturuyor. Bu sayede bir sonraki sahnede bizi neyin beklediğini bilmiyoruz ve bu durum bir çekicilik yaratıyor belki. Ancak bu tuhaflıklar silsilesinin kendi arkasını toplayacak bir planının olmadığını anlamak, sofradaki göz alıcı yiyeceklerin yapay olduklarını anlamaya benziyor. Farklı filmlerde defalarca gördüğümüz kurban etme/olma sürecindeki ritüellerin pastişlerinden devşirilmiş bu muğlaklık, hep başka yerlerden, başka filmlerden, başka sahnelerden hatırlanan “yenilikçi, çağdaş, vizyoner” Ari Aster tasarımlarının boş atıp dolu tutması olarak kalıyor.
Bu tuhaf festivalin gereklerinin, rutinlerinin, kurallarının ne kadarının hakiki pagan veya tarikat adetlerinden geldiğini bilmesek de, 90 yılda bir defa yapılıyor olmasından ötürü kurban arayışında olunacağını, bunları da aralarına katılan bu yabancılardan seçeceklerini anlamak için yüzlerce film izlemeye gerek yok. Bu bilinirlik tadınızı kaçırmadıysa olay örgüsünü uzattıkça uzatan, araya daha sonra bütünle alakası olmadığını anlayacağımız sahneler serpiştirerek şişkinlik yaratan, sözde tek özen gösterilen karakter olan Dani’yi derinliksiz ergen psikolojisiyle şekillendiren Aster, iyi çekilmiş bazı sahnelerde yarattığı, açık/temiz havanın çarpması sonucu oluşan baş ağrılarını anımsatan boğucu tasvirleri dışında sinematik haz veren hamlelerde bulunmuyor. Ortodoks hristiyanların pagan kültürüne yönelik korkusundan feyz alan “folk horror” alt türünü, korku öğelerinden çok gerilim ve gizem unsurlarıyla restore etmek istiyor. Bu restorasyon, geçmişten kopyala/geleceğe yapıştır minvalinde ilerlerken, haliyle feyz alınan örneklere olan yabancılık Midsommar’a “orijinal, özgün, denenmemiş” gibi anlamlar yüklenmesine neden olabiliyor. Bu türe ait The Witch (2015) gibi atmosferiyle gerçekten ürkütücü bir estetiğe sahip filmlerin kendilerine haslıkları o kadar rağbet görmüyor. Pasolini’den bekaret kaybetme töreninin yer aldığı Salò o le 120 giornate di Sodoma’yı, Kubrick’ten içinde gelmiş geçmiş en iyi ayin sahnelerinden birinin olduğu Eyes Wide Shut’ı, bu filme ilham olmuş The Wicker Man’i, vahşi ritüellere giden gizemli yolu iyi döşenmiş Ben Wheatley filmi Kill List’i ve sinemada daha nice muğlak ayin yorumlarını görmüş gözler için Midsommar’ın vereceği haz da bir yerden sonra nefessiz kalıyor.
Bu tip ritüel kolaycılığına havale ettiği Hereditary de ilk yarısında gayet başarılı bir filmdi. Ama bu kolaycılık, bir yerden sonra (aynı zamanda her iki filmin finalinde) “anlayan anlar, anlamayan aval aval bakar” düşüncesine boş alan yarattıkça iyili kötülü her türlü yoruma açık hale geliyor. Filmle bağ kurmuş insanlar da tarihten, dinden, mitolojiden, türlü “-izm”lerden esinlenen referansları kusmaya başlıyorlar. Eşsiz korku/gerilim külliyatını pas geçip en sevdiği korku filmini Climax olarak açıklayan Aster’in bu kadar kapsamlı ve ince görüşlü olmasına ihtimal vermek güçleşiyor. Müzede unutulan ananas gibi ancak görenlerin yüklediği anlamlar kadar iyi bir film Midsommar. Genç İngiliz oyuncu Florence Pugh’ın inandırıcı oyunu bile, tam olarak neye inandırdığını sorgulatma derecesinde çoğu zaman donuk, kimi zaman abartılı. İlk filmi Hereditary’nin ilk yarısında kurduğu ürkütücü gizemi ikinci yarıda heba eden Aster, böylece dönemimizin The Sixth Sense’i olabilecek potansiyele sahip bir film fırsatını tepmişti. Tabii bunun yanında fethettiği gönüllerin sayısı da az değil. Midsommar yine seyirciyi ikiye bölen bir film olsa da beğenenlerin oranı oldukça yüksek. Lakin Aster ve Peele filmlerinin vizyon sahibi olarak nitelendirilmesi gayet abartılı bir yorum.
Osman Danacı