Romen yönetmen Cristi Puiu, Eric Rohmer’e adadığı “Bükreş’in Kenar Mahallelerinden Altı Hikâye” başlıklı serisinin ikinci filmi olan Şafak’ta, eşinden boşanan ve iki küçük kızı olan bir adamın bozulan iç dengesine yoğunlaşıyor. Üç saatlik film boyunca başkarakterin gündelik rutinlerini ekrana taşıyan yönetmen, bu şekilde seyirciye de başkarakterin ruh hâlini duyumsaması için zemin hazırlıyor. Tıpkı Rohmer gibi, Puiu’da sinemanın bir hikâye anlatma sanatından çok, antropolojik bir işlevi olduğunun altını çizerek, insan davranışlarını gözlemlemenin önemine dikkat çekiyor. İnsanın iç dünyasındaki değişimleri, insan doğasının eğilimleri ve insanın çevresiyle ilişkisinden (dış dünyayla) yola çıkarak, diyalektik bir şekilde ekrana taşıyor. Bir ‘moraliste’ gibi, insanın içinde olup bitenlerle ilgilenerek, olaylardan çok, duygu ve düşüncelere yoğunlaşıyor.
Filmde işlenen cinayetlerin mantıklı bir açıklaması olmadığı gibi, karakterin içsel gerginliğinin ve yaptığı eylemlerin de çoğunlukla mantıklı bir açıklaması olmuyor. İnsanın akıldışı yanını öne çıkaran film, uzun süre ağır aksak ilerlese de özellikle son bir saatlik bölümde ivme kazanıyor. Puiu, bir insanın iç dünyasını sabırla ve uzun bir gözlem sonucu ekrana aktarmayı başarıyor. Kabuğundan sıyrılmış, ilkel benliğiyle karşımızda beliren ve toplumun değer yargılarından uzakta yaşayan bir insanın görüntüsü filmin sonunda beyazperdede arzı endam ederken, film de üç saatlik bir bekleyişin sonucunda bizlere çarpıcı bir resim sunuyor. Cristi Puiu Şafak filminde, belki de Zeki Demirkubuz’un kariyeri boyunca yapmak istediği ama bir türlü gerçekleştiremediği şeyi başarıyor ve bir Dostoyevski karakterini ete kemiğe büründürüyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com