Polonya tarihindeki önemli suç davalarından biri olan bu olayı senaryolaştırıp yöneten Maciej Pieprzyca, temposu düşmeyen, dönem detaylarını atlamayan güçlü bir suç gerilimi çekmiş. Bir süre olayın seri katil takibi şeklinde sürmesi, ardından Wieslaw Kalicki’nin yakalanışı, sonra da onun gerçekten katil olup olmadığı yönünde ikilemler yaratılması filmi hep diri tutmakta. Elinde Kalicki’den başka hiçbir şey olmayan Jasinski’nin, gördüğü yoğun baskılar sonucu yüzde yüz inanmasa da onu üstlerine ve topluma Vampir olarak tepside sunma zorunluluğu, vicdanının önüne geçiyor ve film burada psikolojik dram ile gerilim arasında tutturduğu dengeyi korumayı başarıyor. İdealizmin yozlaşmaya doğru evrilmeye başlaması noktasında filmin en önemli mesajlarından biri, görev bilinci ve vicdan olgusunun şöhret ve para karşısında fazla direnç gösteremeyişi, bu sayede bireyin sağlam ilkelerinin kolayca yıkılabilmesi, hatta onu başka insanların hayatlarını hiçe saymaya kadar götürmesi olarak özetlenebilir. Vampiri yakalayan polis olarak bir halk kahramanına dönüşen Jasinski’nin, bu uğurda evliliğini, dostluklarını, en önemlisi de iş ahlakını yitirmeye başlaması, kısacası bir protagonistin aşama aşama bir antagoniste dönüşümü, kendine filmin suç örgüsünden bağımsız bir yol çizmeyip, bir şeridin iki yanında aynı istikamete ilerlediğini hissettiriyor.
Yalnız aynı istikamete gidilirken, zaman zaman Jasinski’den karışık sinyaller alıyoruz ki, senarist ve yönetmen Maciej Pieprzyca burada tutarsızlık gösteriyor gibi bir algı oluşabiliyor. Örneğin Jasinski’nin Kalicki ile dostluk kurması, kimi zaman ondan itiraf alma amaçlıyken, kimi zaman da gerçekten samimi duygular dahilinde yansıyor. Belki Pieprzyca bu iki hissiyatı aynı anda vermek istiyor. Fakat bu bir şöyle, bir böyle durum, karakter istikrarı yönünden kısa bir süre savrulduğunu düşündürüyor. Neyse ki yaşanan önemli bir kırılma noktasının ardından bu savrulma, duracağı yeri kesinleştiriyor ve tekrar aynı istikamette yol alma sürüyor. Tabii bu yol, adaletsizliğin, yozlaşmanın, vicdansızlığın acı sonuçlarına doğru giden bir yol ve herkesi derin sorgulara itecek derecede güncel. Zaten 70’lerdeki bu olaylar zinciri, suç tarihinde farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda benzerleri defalarca yaşanmış, hala da yaşanmakta olan adalet kirliliğinin halkalarından sadece biri. Miroslaw Haniszewski ve Arkadiusz Jakubik gibi Polonya sinemasının iki tecrübeli oyuncusunun müthiş performanslarıyla gücünü ikiye katlayan Jestem Morderca, suç ve ceza üzerine derin fikirlere sürükleyecek güçlü bir yapım.
Osman Danacı
odanac@gmail.com